Boş bıraktığı alandan Fenerbahçe kalesine giren büyük gol!


Pazar günü Kadıköy’de yapılan Fenerbahçe Mitingi üzerinden bir takım düşünceleri tartışmaya devam edelim.

Miting, Fenerbahçe’nin içinden doğmuş bir taraftar örgütlenmesinin organizasyonuydu ve bu nedenle camianın önemli isimlerini bir kenara koyarsak konuşma yapmak için kürsüye gelenler genel olarak 3 Temmuz sürecinin ön plana çıkardığı ve Fenerbahçe taraftarının arasından tribünlerden gelen kişilerdi.

Bu kişilerin ortak özelliği ise kuşkusuz tribünlerde tanınmalarına karşın teknolojinin olanaklarının yarattığı bir bilinirliğe sahip olmalarıydı. Önceki yazımda bunun nasıl bir taban hareketi olduğunun detaylarını konuşmuştuk.

Bu tabanın çok önemli olduğunu hatta 3 Temmuz’dan bu yana Fenerbahçe’yi en etkili şekilde taşıdığını sıklıkla ifade ettik.

Ancak modern zamanlarda demokratik mücadelelerin başarısındaki ölçü birçok bileşeni bir araya getirmeyi ve onları eş zamanlı olarak kullanabilmeyi sağlayarak kurulmaktadır.

Operasyonun Fenerbahçe üzerindeki en tahrip edici etkisini medya gerçekleştirdi. Aziz Yıldırım’ın evinden alındığı andan itibaren başlayan süreçte gazeteler, televizyonlar, yorumcular ve köşe yazarları tek yönlü suçlayıcı ve cezalandırıcı bir propagandaya başladılar.

Bu zaman diliminde Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’ın büyük bir eksiği ortaya çıktı.

Hele Aziz Yıldırım gibi çıkar amaçlı bir suç örgütü kurmuş bir kişinin örgütlenmesindeki bu eksiklik akıl alır gibi değildir.

Fenerbahçe 18. şampiyonluğun kazanıldığı dönemde bu durumu “biz bize yeteriz” şeklinde formüllendirmişti.

Bu formülün gerisindeki anlamı daha sonra tartışmak üzere geçiyorum.

Ortada garip bir durum vardı; o da Hıncal Uluç’un “Fenerbahçe Medyası” şeklinde iki lafın arasına sokuşturduğu şeyin tam bir yalandan veya illüzyondan ibaret oluşuydu. Üstelik illüzyonist işini öylesine güzel yapıyordu ki Fenerbahçeli de bu yalana inandı ya da sonuçlarını uzun süre önemsemedi.

Oysa Fenerbahçe en büyük golü o boş bıraktığı alandan yedi.

Şöyle geriye yaslanalım veya elimize bir kâğıt kalem alıp 3 Temmuz’dan bu yana operasyonu desteklemekle kalmayıp, yargısız, sorgusuz, sualsiz ve savunmasız infaz yapanları alt alta yazalım.

Özellikle televizyon ekranlarında saatlerce aynı şeyi eveleyip geveleyip sürekli mantra gibi tekrar edenleri hatırlayalım.

Asli mesleği gazeteci olanlardan söz etmiyorum. Oradan gelen ve Fenerbahçe ile eski bir hesabı kapatmaya çalışanların durumunu farklı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor. Bu aynı zamanda futbolumuzun bugün içinde bulunduğu birçok sorunu barındıran tutumun, düşüncenin, eylemin sahipleridir. Problemin kaynağı haline geldikleri için çözümün bir parçası olamayacaklarından sürecin sonunda ister istemez eleneceklerdir.

Peki, devam edelim.

Soru: “Temiz futbol adına hareket edenlerin kaç tanesi Fenerbahçelidir?”

Cevap: “Fenerbahçeliliğin ya da taraflı olmanın ne önemi var?”

Bu sorunun 3 Temmuz öncesinde cevabını aramak belki çok anlamlı değildi ancak yaşadığımız süreç bize bu yazının içinde tartıştığımız şeyi gösterdi, öğretti.

Buradaki temel sorun Fenerbahçe’nin suçlu olmasına rağmen suçsuzluğunu savunmak değil; bir an için olsun Fenerbahçe’nin de suçsuz olabileceği ihtimali ile hareket edebilme iradesini gösterebilmektir.

Bu insani olduğu kadar ahlaki bir tavır alıştır.

Sadece masumiyet karinesinden söz etmiyorum; taraf olmanın yarattığı “merhamet duygusunu” yitirme gerçeğini ifade etmek istiyorum.

Çok anlamlı bir örnekle bunun nasıl çalıştığını anlatmaya çalışacağım.

Birkaç hafta önce televizyonların birinde Rıdvan Dilmen’e kurulan tuzak çalıştığı gazetesinden ayrılıp “artık yazmak istemiyorum” şeklinde tutum takınmasını zorunlu hale getirmiştir. O gün Rıdvan’ın karşılaştığı şey merhamet duygusunu yitirmiş kişilerin bir an önce hedeflerine varma gayretiydi. Ağızdan çıkan her kelimenin veya cümlenin imasını değiştirip aşırı yorum katan yorumcular aslında Rıdvan Dilmen ölçeğinde Fenerbahçe’yi de orada yargılıyorlardı.

Uzun ve zahmetli bir süreç sonunda ortaya çıkmış, yaptığı her eylem, haber ve yorumlarla Fenerbahçe karşıtlığı üreten bu yapı adaletin terazisini elinde tutmak yerine kefelerinden birine sürekli ağırlık yüklemektedir.

Bu da 3 Temmuz sürecinin kamuoyunda doğru şekilde takip edilmesini güçleştiren fiziki ortamı yaratmıştır.

Ve Fenerbahçe bu ortamın yarattığı oyunun içinde her gün kalesine girecek golü engellemek için sürekli savunma durumunda kalmaktadır.

Fenerbahçe Medyası” söylemi ise sadece illüzyon yaratmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Aksine bu ortamın güçlenmesi için psikolojik bir takviyeye ve baskıya dönüşmektedir.

O zaman yapının niteliğini ve tarafgirliğini konuşmak anlamlı hale gelirken; istisnasız herkesin istediği ve özlemini duyduğu “temiz oyun ilkesinin” sorgulanması buraya da taşınmış oluyor.

Bu yazıyı “Fenerbahçe de kendisine yakın yazarlardan kurulu bir medya oluşturmalıdır” şeklinde okuyanlar büyük bir yanılgı içine girerler. Aksine herhangi bir kulübü, kişiyi, takımı hedef almayan bir yapının sporumuzun içinde her anlamda oluşturulmasının ne kadar önemli olduğunu bu sürecin bize net bir şekilde gösterdiğini söylemek istiyorum.

Ancak adaletin terazisini yargısız hukuk adına ellerine geçirmiş olanların yaptığı şeyi görmek veya göstermek gerekiyor.

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

http://spor.milliyet.com.tr/bos-biraktigi-alandan-fenerbahce-kalesine-giren-buyuk-gol-/uzay-gokerman/spor/sporyazardetay/28.12.2011/1481381/default.htm

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: