Ülkemizde demokrasi denilince ilk akla gelen şey yıllardır oy vermek, seçimle iş başına gelip gitmek olarak algılanıyor.
Kuşkusuz bu az bir şey değil, hatta temel belirleyici etken olsa da tek başına bir şey anlam ifade etmiyor. Çünkü dünyada bir çok örneğini görebildiğimiz gibi seçim yoluyla iş başına gelip sonra seçimleri manipüle etme yoluyla yıllarca iktidarda kalan partiler, liderler olduğunu görüyoruz.
Seçim amaç değil, sadece araçtır.
Temel amaç insanın, bireyin, kimliklerin mutluluğu, özgürlüğü, taleplerini dinleme becerisini gösterebilmektir.
AKP iktidar öncesinde liberal demokrat aydınlarla kurduğu ittifak nedeniyle Türkiye’de tabu olan bir çok şeyi değiştirdi. Bu değişimlerin bir bölümünü AB uyum yasaları dayatıyordu. Önemli bir kısmı liberalizmin gerektirdiği kriterlerdi.
Bu şekilde ülkenin güçlü aydın kesimini politikalarını uygulama yönünde yanına çekmeyi başardı.
“Yetmez ama, evet” işte bu tip aydın tipolojisidir.
AKP’nin genel kurmay heyetinin geldiği taban ise çoğunlukla böylesi açılımlara açık olmayan bir kesimden oluşuyordu.
Başbakanın Gezi Parkı Direnişi karşısında aldığı tutum da bu kesime ait reflekstir.
AKP iktidarının en önemli demokrasi sınavını veriyor. Bu eşiği aşabilme becerisi gösterirse hem kendisi hem de Türkiye demokrasisi adına büyük bir kazanım olacaktır.
Aslında geniş halk kesimleri adına bu kazanım çoktan gerçekleşti burada mesele AKP’nin bu mesajı alıp almayacağı ile ilgilidir.
Ekonomik göstergeler sayılara dayalı ve AKP’nin iktidarını dayadığı, zenginlik yarattığı, paylaştığı belirli bir kesim için bir anlam ifade eder.
AKP’nin en büyük başarılarından bir tanesi de bu kesimi çok geniş bir yelpazeye yayabilmiş, istikrarı sağlamış, pramiti büyütmüş olmasıdır. Başbakan’a özgüven veren %50’lik kesim aslında ekonomik çıkar ilişkisi ile sisteme bağlanmış olan ancak düşünsel, fikren veya ideolojik olarak parti ile ilişkisi zayıf olan bir tabandır.
AKP iktidarı pratikte bir çok şeyi değiştirmiş, ekonomik olarak başarmış olmasının verdiği özgüven ile son dönemde söylemleriyle, yaptıklarıyla giderek tek parti düzenine geri dönüş sinyalleri vermeye başlamıştı.
Başbakan’ın en büyük yanılgılarından bir tanesi de budur; bugünkü sürecin içinde, Gezi Parkı Direnişi’nin karşısına çıkacak elbette militan kadoları bulmak mümkündür ancak o direnişe sahip çıkmış halk desteğinin motivasyonunu aynı şekilde sağlaması olanaksızdır.
Direniş’in gücü de buradan gelmektedir.
Zaten bu gücün farkında olan bazı işadamları, kurumları ve iktidarın önemli aktörleri hem direnişi kabul etmiş, özür dilemiş hem de yaptıkları eylemin meşruluğunu onaylamıştır.
İşte bu demokratik bir zaferdir.
Fotoğraf: Tolga Ferhatoğlu
twitter.com/tolgaferhatoglu
—
Uzay Gökerman