Dün akşam üzeri Hükümet Sözcüsü olarak Sn. Arınç kamuoyunun karşısına geçti ve bu zor süreçte yine o bilindik “mağdur” olmanın hüznüyle sesi bir kaç kez titreyerek açıklamalarda bulundu. Ağlamamak için zor tuttuğunu tahmin ediyorum.
Kuşkusuz bu başka bir şey; yıllarca gerisinde ne olacağını çok iyi bildikleri bir güçle bütün ülkeye hükmeden bir anlayışın köşeye sıkışmasının “biz bu duruma nasıl düşeriz?” şaşkınlığı vardı edasında.
Özellikle 2007’den itibaren Türkiye’de eskiye ait ne var ne yok her şeyi değiştiren, baştan yapılandıran, kendisine engel olacak bütün kurumları uyumlu hale getiren, meclis dışındaki muhalefeti yok eden bir icraatın iktidarıdır söz konusu olan.
Meclis dışı muhalefet
2007’de başlayan Ergenekon Operasyonuyla meclis dışındaki güçlü muhalif ses yok edildi. Bunun peşine OdaTV Operasyonu bağlandı.
Cumhurbaşkanlığı makamı
2007 yılında Cumhuriyetin en tepesindeki kurumun başına Sn. Abdullah Gül geçti ve Necdet Sezer’in bütün yasaların anayasaya uygunluğunu didik didik eden, gerektiğinde reddeden, olmuyorsa Anayasa Mahkemesi’ne götüren, kendilerinin deyimiyle icraatı tıkayan anlayışının yerine uyumlu bir çalışma ortamı sağlanmış oldu.
Yargıda reform
HSYK’da döneminin yöneticilerinin yargı üzerindeki hükümete muhalif tavrı iktidarı en çok rahatsız eden durumların başında geliyordu. Yapılan yeni düzenlemeler, anayasa değişiklikleri, yasal düzenlemelerle bu kurum da AKP’nin istediği şekilde aşıldı.
Özel Yetkili Savcı ve Mahkemeler yoluyla Türkiye’de dokunulmazlar olarak bilinen her şeye dokunulur oldu. Şimdi o yargı makamı hükümeti sarsıyor, tehdit ediyor.
Asker kışlaya döndü
Balyoz Davası ile cumhuriyet tarihi boyunca bütün hükümet ve iktidarların korkulu rüyası olmuş, her an devrilme kaygısı yaratan Genelkurmay üzerinde tartışmasız hakimiyet kurulmuş oldu. Asker kışlasına bir daha çıkmamak üzere geri döndü.
Medya yandaş hale geldi
AKP iktidarının ilk döneminde kendisine muhalefet olan medya süreç içinde tamamıyla kontrol altına alındı. Neredeyse bütün televizyonlar hükümete yakın kişilerin eline teslim edildi. Aykırı ses çıkaran her kim varsa elekten geçirildi, susturuldu ya da kendilerine yüksek bir otokontrol yapmaları için baskı ortamı oluşturuldu.
Odatv Operasyonunun esas hedefinin iktidara muhalif yayın yapacak Halk TV’nin el değiştirilmesi olması bu bakımdan anlamlıdır.
Spor
3 Temmuz Süreci başlı başına bir baskı unsurudur. Ancak bundan çok önce iktidar sporla organik ilişkiler kurmayı başarmıştır. Kulüplerin çeşitli yollardan hükümetin kontrolü altına alınması önemli bir politikadır. Başbakan’ın gezilerinde ve halka açık konuşmalarında o şehrin takımına ait atkıyı boynuna dolaması bile bütün bu politikaların uzantısı niteliğindedir.
“Devlet içinde çete nasıl var?”
Devleti, ülkeyi, rejimi neredeyse yeni baştan yapılandırmış 11 yıllık AKP iktidarının içine düştüğü yolsuzluk iddialarıyla yapılan bu operasyona karşı yönelttiği “devlet içinde çeteler var” çıkışını rasyonel anlamda bir yere koyabilmek çok kolay olmasa gerekir.
Türkiye’de bu açıklamalar hep manşet şeklinde kalıyor, bunların nasıl örgütlendiği, şekillendiği konuşulmuyor, tartışılmıyor.
Operasyonu yürüten makam ve kişiler yıllarca yaptıklarıyla, uygulamalarıyla, cesaretiyle desteklenmemiş, kamuoyunda arka çıkılmamış mıdır?
Kullanılan yöntem, tarz, yapılanma Ergenekon, Balyoz, Odatv, 3 Temmuz vb. davalarınkinden hiçbir farkı yokken, 2007 yılından bu yana bu operasyonların yeri gelmiş “savcısı” bile olmuşken 17 Aralık’ta patlayan bu krize karşı muhalif olmak tutarsızlık değil midir?
Dahası kimlerden oluşuyor bu çete dediğiniz yapı ve nasıl oluyor da tamamıyla kontrolünüz altında yeniden kurgulanmış bir kurumsallığın içinde haberiniz olmadan organizasyonunu tamamlayabiliyor?
Demokrasiler böylesi gizli kapaklı ima ve hesaplaşmaların yeri olamazlar. Açıklık, şeffaflık, gerçek bilgi eksikliği maalesef sonuç itibarıyla bugün yaşanılan sonuçları beraberinde getiriyor.
Bugün ortada kimsenin tam olarak adresini bilmediği bir “cemaat olgusu” duruyor ve biz bu durumu gerçekten anlamakta güçlük çekiyoruz.
Bu çete kimdir, lütfen bize anlatın.