Amazing Grace, bir çok sanatçının yürekten ve coşkuyla okuyarak seslendirdiği, şiirini John Newton’un 1779’da kaleme aldığı bir kilise ilahisi. (1) Aynı John Newton mıdır bilmiyoruz ama bu ismi filmde yaptığı köle ticareti yüzünden 20.000 zenci hayaleti ile yaşayan ve inzivaya çekilerek anılarını yazdıran; kahramanımız Wilberforce’u köle ticaretinin kaldırılmasına ön ayak olması için cesaret veren bir figür olarak görüyoruz.
Amazing Grace, Türkçe’ye tam olarak nasıl çevirilebilir; ancak filmi izledikten sonra anlam kazanan şöyle bir karşılık verebiliriz belki.
“Şaşırtıcı Merhamet”
Aslında filmin altyazı çevirisindeyse “Yüce İnayet” uygun görülmüş. Her ikisinin de aynı şeye karşılık gelebileceğini söyleyebiliriz.
Filmin neyi anlattığını özetlemek yerine; hemen başında verilen ve benimde not aldığım giriş bilgisini eklemek istiyorum.
“18. yüzyılın sonlarına doğru, on bir milyonun üzerinde Afrikalı erkek, kadın ve çocuk Karayipler’de ve Amerikan kolonilerinde köle olarak kullanılmak üzere Afrika’dan koparıldı. Büyük Britanya, dünyadaki en büyük süper güçtü ve imparatorluğun tüm yükü köleler üzerindeydi. Köle ticareti, çok az insan haricinde herkes tarafından kabul görüyordu. Bu azınlığın içinden daha da azı bu ticaret alehine konuşabilecek cesaret sahipti.”
Avrupa insanı köleleri kıtada çok fazla görmedi. Kuşkusuz bir çok soylunun ya da kentsoylunun kölesi vardı; ancak köle kullanımı daha çok Amerika’da yaygındı. Avrupalı bunun ticaretiyle uğraşıyordu. Köleler Avrupalı tacirlerin gemileriyle Amerika ve komşu adalara taşınıyor, orada tarlalarda, çiftliklerde ve çeşitli sanayi dallarda çalıştırılıyordu. Fransa, eşitlik, kardeşlik ve hürriyet şiarına karşın en büyük ticaret filolarından birine sahipti ve İngiltere’nin de en büyük rakibiydi. Avrupa kamuoyunun büyük bölümünün köleciliğin hümanist etkilerini fark edemeyecek kadar olaydan uzak yaşıyordu. Hatta kahramanımız William Wilberforce İngiltere’de bir kamuoyu oluşturmak için olmadık yöntemlere başvurmaktan geri kalmamıştır.
İşte bu noktada filme adını veren ilahi bir anlam kazanır.
Ne tatlıdır o ses
Benim gibi bir zavallıyı kurtaran
Bir zamanlar kaybolmuştum
Ama şimdi hak yolunu buldum
Kördüm ama şimdi görüyorum
Wilberforce imgesi karşımıza 19. yüzyıl yeni hümanisti olarak dikiliyor. Zaten şaşırtıcı merhamet – yüce inayet anlamı da buradan geliyor. Bir beyazın, üstelik ailesi de tüccar olan Avam Kamarasında bir yeri olan kişinin siyahların yaşadığı bu trajediden kurtarmak için giriştiği ve yıllara yayılan bu mücadelenin anlamı da buradan geliyor.
“Tanrı, bazen küçük yağmur taneleriyle iş görür, fırtınalarla değil.”
Filmden aldığım küçük bir not bu. Wilberforce yıllarca bıkmadan usanmadan Büyük Britanya parlamentosunda damla damla biriken bir güçle, gerektiğinde en yakın dostlarıyla ters düşerek ve yolundan hiç dönmeyerek bir hayali gerçeğe çeviriyor.
Kölelikten az önce kurtulmuş, kendisi de Afrika’da özgürken bir prens olarak yaşayan ancak yurdundan koparıldıktan sonra büyük acılar yaşayan zenci bir yazarı canlandıran Olaudah Equiano’nun Wilberforce’u çok derinden etkileyen bir sözünü alıntılıyorum.
“Böylelikle artık Tanrı’ya değil bir adama ait olduğunuzu anlarsınız.”
Kuşkusuz Wilberforce Tanrı’ya inanan hatta onunla konuşan çok iyi bir dindar. Tam olarak bunu ifade etmese de seçilmiş biri olduğuna da inanıyor.
Bu mücadelenin tüm dünyada köleliğin kaldırılmasına denk düşen bir zamanda olması belki de artık doğal bir sonuç haline gelmesi filmin taşıdığı güçlü mesajın etkisini azaltmıyor ve bize bir kere daha batı medeniyetinin hangi aşamalardan geçtiğini, nasıl zenginleştiğini gösteriyor.
Köleciliğin etkileri günümüzde hala duruyor. Bize on bir milyon siyah insanın Afrika’dan koparıldığını söylüyor; ancak bunun çok daha fazla olduğunu sezgilerimiz bize fısıldıyor. Ruanda’da bu ırk ayrımcılığı yüzünden 20. yüzyılın biterken soykırımları yaşanıyor. Afrika’nın bir çok yerinde öyle. Beyaz insanın ayak bastığı her yerde ayrımcılık kendisini daha önce olmadığı kadar derinden gösteriyor.
Wilberforce, bu işi devrimle ya da ayaklanma ile değil, parlamento aracılığıyla yapıyor. Bu da bize demokratik yolun faziletlerini fark ettirmemizi sağlıyor. Haddimize değil elbette ancak bu filmdeki parlamenter tartışmaları ve vekil olmanın sorumluluğunu hatırlatmak, izlenmesini tavsiye etmek istiyorum.
Uzay Gökerman – 11.08.2008