“Hastalanmamanın ilacı aşık olmaktır” demiş ismi olmayan adamın bir tanesi.
Aşkın gençleştirici gücünün yanı sıra insanın damarlarını açtığı, kanını kaynattığı, o hiç bir kaynağın veremediği enerji ile doldurduğunu eğer yaşıyorsa insan, tarife gerek var mıdır?
Aşkın tanımını yapabiliyor ya da yaşayabiliyor muyuz?
Bundan altı ay önce yine bir ortamda demiştim ki;
“Aşka inanasım yok.”
O an içimden geçen şeydi bu. Peki benim bu cümleye inanasım var mıydı?
Aşk kutsal bir kelime. Açıkçası ona inanmak Tanrı’ya inanmak gibi bir şey. Tanrı’ya kaç türlü inanır insanoğlu?
Bilmeden… Korkarak? Dogmalarla… Severek? Nefretle ve üzüntüyle?
Tanrı’ya inanmanın bir yolu da; O’nun senin yüreğinde bıraktığı histir. Tecelli anı…Tam o andan itibaren artık korkmanı gerektirecek her şey ortadan kalkar. Çünkü varlığını senin bedeninin içine bırakmıştır. Ve o his zaten güzelliğin, dahası sevginin göstergesidir.
Aslında aşk da böyle bir şeydir. Aşkı yaşamanın en güzel yolu da onun varlığını içinde göstermesidir. Aşk sana eşlik ettiği ölçüde korkmazsın. Düşmezsin. Hastalanmazsın. Sevginin verdiği iyileştirici güç, hayır bu kelime olmadı, yaşatıcı, kuşatıcı yeniden yeniden büyütücü, bunlar da olmadı; bulamadım…
O şey insanın hayata tutunduğu en sağlam bağ olur.
Bu nedenle Beethoven, kulakları duymadığı halde, piyanonun başına geçip, o muhteşem notalara dokunur; Donizetti, Aşk İksiri isimli operasının üvertürünü besteleyebilir. Carmen’in aşkı için her şeyini feda eder, Don Jose…
“Sen geçtiğimiz yüzyılda yaşıyorsun,” diyen bir kaç arkadaşım vardı. Geçtiğimiz yüzyılda yaşamıyorum. Aslında o yüzyılda üretilen aşkın gelecek kuşaklara taşıyıcı rolüne soyunuyorum, en iddialı yönüyle…
Sevdiğini içinde hisset. Aşkı… Onu hissediyorsan da korkma hiç bir şeyden zaten…
Uzay Gökerman – 20.03.2008