Üç yıl önceydi. Eşim öğleden sonra beni aradı ve oğlumuzun dershanesindeki rehber öğretmenin bize akşam ziyaretinde bulunacağını haber verdi.
Şaşırmıştım. Hepimiz öğrencilik dönemlerimizde dershanelerde bulunmuştuk ancak böyle bir uygulamayla karşılaşmamıştık. Bırakın dershaneyi, herhangi bir öğretmenimizle böyle bir diyalogumuz olmamıştı. Ancak “demek ki öğretmenler öğrencileriyle yakın temas içindeymiş” diyerek durumdan da pozitif bir düşünce de çıkardım.
Akşam eve geldiğimde eşim bütün hazırlıkları tamamlamıştı. Öğretmenimiz en iyi şekilde ağırlanacaktı.
Dershane evimize yürüme mesafesinde yakındı, zaten tercih sebebimiz de buydu. Oğlumuz, öğretmenini ders çıkışı yanına alıp birlikte geleceklerdi.
İlerleyen saatlerde oğlumuz eve geldi ancak öğretmen ortalarda yoktu.
Telefon ettim. Merak içindeydim.
Öğretmenimiz kibar bir tonda şunları ifade etti.
“Bu akşamki ziyaretimizi ertelemek istiyorum. Çünkü öğrencimizle bir süredir mesai halindeyiz. Çok iyi bir öğrenci olmasına rağmen bizim fikirlerimiz, yaşam görüşümüz kendisiyle uyuşmuyor. Sizi evinizde ziyaret etmemizin de bu açıdan bir anlamı kalmıyor. Dershanemize devam etmesi de yararlı olmayacaktır.”
Tam bir şok yaşıyorduk. Kuşkusuz dershaneyle ilişkimizi hemen kestik. İstenmediğimiz yerde durmanın anlamı var mıydı?
Ancak gerçek şaşkınlığı altı ay sonra yaşayacaktık.
Eve postadan eşimin adına bir icra ihbarnamesi gelmişti. Dershane ile ilgili yükümlülüklerimizi yerine getirmemiş, ödemelerimizi yapmadığımızdan hakkımızda icra takibi başlamıştı.
Kibarca “artık dershanemize gelmesin” demişler ancak sene başında imzaladığımız sözleşmeye göre de tahsilat yapmaya devam etmişlerdi.
Çıkardıkları hesap hatırladığım kadarıyla avukatlık masraflarıyla 1.600 TL mertebelerindeydi. Daha sonra anlaşıp 400 TL vererek hesabı kapattık.
Diyebilirsiniz ki; niye mücadele edip hakkını aramadın?
Evet, edebilirdim, hatta o dönem bu şekilde bir yazı da yazabilir, konuyu kamuoyuyla da paylaşabilirdim.
Ancak yapmadım. Çünkü her neresi olursa olsun sahip olduğum olanakları kişisel amaçlarım için kullanmayı doğru bulmuyorum. Bu nedenle örneğin yazdığım, yayınladığım kitapların tanıtımlarıyla ilgili de bu sayfaları benzer kişiler gibi değerlendiremiyorum. Oysa Türkiye‘nin en tanınmış yazarları en küçük fırsattan fayda çıkarmayı bile atlamıyorlar.
Kuşkusuz bu aptallık, çünkü bu şekilde yerimizde saymaya devam ediyoruz.
***
01.11.2014 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Ahmet Hakan’ın Hüseyin Gülerce ile yaptığı söyleyişi (***) okuyunca bir kere daha bu gerçekle yüzleştim.
Hüseyin Gülerce, içinde 35 yıl yaşadığı hareketle ilgili detayları anlatmış. Bu aslında Hüseyin Gülerce’nin bugün o röportajı nasıl yapıyor, neden bugün Hürriyet’te haber oluyor sorusunun da cevabını veriyor.
Bir kişinin bir yerlere gelebilmesinin, önünü, yolunu açılabilmesi için mutlaka bir yerlere ait olması gerektiğini gösteriyor.
Hüseyin Gülerce Hareketle 1978’de bağlantı kuruyor. İfadesine göre Hocaefendi ile 1980’de yüz yüze geliyor. 1989’da Zaman Gazetesi’nde yazar oluyor. 1993’te Samanyolu televizyonunda yorumcu, 1994’te Zaman’da yönetici oluyor.
Geldiği yer günümüzün popüler ifadesiyle “akil adam” statüsünde.
Her konuda görüş verecek bir yetkinlikle hareket edebilecek konumda görülüyor.
3 Temmuz sürecinde Hüseyin Gülerce’yi sıkı bir Operasyon yanlısı yazar olarak görüyoruz. Hep sorduğumuz soruydu;
“Bugüne kadar futbol topunun şekliyle ilgilenmemiş yazarlar 3 Temmuz’da neden bir anda en hararetli spor takipçisi, yorumcusu oldular?” (Yeri gelmişken bari burada bilgisini vermekten geri kalmayayım; bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi isteyenler 3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi isimli kitabımı okuyabilirler.)
Mayıs 2012 tarihinde katıldığı bir televizyon programında “Cemaat Fenerbahçe’yi ele mi geçirmek istiyor?” sorusuna çok sert yanıt (**) verdiğini hatırlıyoruz.
3 Temmuz ile Ergenekon arasında benzerlik kuran kişilerin başında geliyor. (*)
Cemaat’in 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe ile ilgilisi olmadığını net bir şekilde dile getiren Hüseyin Gülerce Ahmet Hakan’a “Cemaat, devleti ele geçirmek istedi” (***) demekten de kendisini alamıyor.
Hizmet’ten kopuşuyla ilgili miladı MIT müsteşarıyla ilgili bir Zaman Gazetesi’ndeki “Savcılar bugüne kadar hep haklı çıktı” başlığa dayandırıyor ve bu haberin Hocaefendi’den habersiz verilemeyeceğinin altını çiziyor.
Çok önemli bir vurgu bu; çünkü eğer gazetede Hocaefendi’nin haberi olmaksızın hiçbir şey yapılmıyorsa kendisinin yazdığı yazılardan, gazetenin savunduğu bütün görüşlerden ve duruşlardan da haberi olmalıdır diye ister istemez düşünüyorsunuz.
O zaman da Hüseyin Gülerce’nin 3 Temmuz sürecinde neden futbolla bu kadar ilgili olduğu, Aziz Yıldırım’a karşı suçlayıcı ifadeler takındığını yine ister istemez bu mantık silsilesi içine yerleştiriveriyorsunuz.
O zaman da son yıllarda gündemimize giren birçok olay, operasyonun nedenselliği, gerisinde yatan plan, program, düşünce, eylemsellik başka bir gözle değerlendirilebilir hale geliyor.
18. yüzyılda yaşamış bir şairin beytinde ifade ettiği şekilde bize de bir teşbih yapmaya çalışırsak; Merd i kıpti şecaatin arzederken sirkatin söyler (Çingene erkeği yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler)’miş. (****)
35 yıl boyunca belli bir yere ait olup, yarattığı imkanlarla bir yere geldikten ve doğal olarak ona hizmet ettikten sonra neden olduğunu hem çok iyi anladığımız hem de aslında anlayamadığımız nedenlerden ötürü oradan kopmaya karar verildiğinde kuşkusuz onun düşünme sistematiğinden kurtulmadan konuşmanız da mümkün olmuyor.
Ahmet Hakan’ın Hüseyin Gülerce söyleşisinde Türkiye’nin şifreleri var. Tarihi bazen kişilerin bu şekilde ağızlarından dökülen cümlelerle öğrenirsiniz.
Türkiye’de bir yerlere gelmenin yolunun ne olduğuna dair de güzel bir yaşam öyküsüdür kendisi; biz hala bu dersi öğrenemiyoruz.
(*) http://www.zaman.com.tr/huseyin-gulerce/futbolun-dokunulmazlari_1154891.html
(**) http://spor.internethaber.com/spor/spor-medyasi/huseyin-gulerce-yildirima-patladi-125583.html
(***) http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/Ahmet-Hakan_131/Cemaat-devleti-ele-gecirmek-istedi_27497201
(****) Koca Mehmet Ragıp Paşa
http://twitter.com/uzaygokerman