3 Temmuz’un Türkiye’de darbe yapmaya çalışan bir örgütün ürünü olarak kumpas kurmak suretiyle Fenerbahçe Başkanı’nı yerinden edip Kulübü ele geçirilme amacı taşıdığı özellikle 15 Temmuz’dan sonraki gelişmelerden sonra çok daha net görülmüştür.
Biz 3 Temmuz sürecinde de bunun böyle olduğunu biliyorduk; söyledik, meydanlarda konuştuk, kitap yazdık!
Aynı tarihlerde Fenerbahçe’ye karşı kimi örgütün amacıyla çakışan kimi de başka hesaplar içinde rövanş ve öç almak isteyenler tarafından çok büyük, organize şekilde saldırılar yapıldı.
Bu saldırıların temel amacı Fenerbahçe ismine ait toplumda belli bir algı yaratmak, itibarsızlaştırmak, nefret edilecek bir kurum haline getirmekti.
Bunda kısmen başarı sağladıklarını ifade edebiliriz.
Bunu yapanlar Medya’da bugün de çok önemli yerler işgal eden kişilerden oluşuyordu.
Bunlar kamuoyu önünde o süreçte takındıkları tavır ve tutum nedeniyle özür dilemek bir yana Fenerbahçe’den intikam alma esas amaçlarını her fırsatta göstermekten hâlâ geri durmuyorlar.
Aziz Yıldırım bu ülkede işte böylesine büyük bir kumpasın sonucu tam 365 gün tutuklu kaldı.
Daha büyük bir mağduriyet varsa söyleyin, oturup konuşalım.
Bunun için Medya’da yazılmış tek bir yazıya şahit oldunuz mu?
Neden yattığı ile bir kere olsun ilgilenmeyip “oh olsun!” diyenleri gördük; bugün daha fazlasını söyleyenler var.
Bugün sadece Aziz Yıldırım tarafından yapıldığı için anında lanetlenen bir sürü hareket başkaları yaptığında dikkate bile alınmıyor!
Geleceğiz oraya…
Meselenin hak, adalet, hukuk, insanlık, masumiyet, gerçek arama olmadığının en açık ifadesi ve delili de budur.
Öngörülerinin, tahminlerinin, yorumlarının, değerlendirmelerinin, dilek ve temennilerinin tamamı ters çıktı!
Türkiye 3 Temmuz’u o tarihlerde “zaten bütün kulüpler yapıyor!” diyerek tartışmamış mıydı?
Unuttunuz mu?
Evet, kesinlikle 3 Temmuz’da savcı sandalyesine oturan bir sürü zatı muhteremin bu ilişkiler içinde olduğuna hiç şüphe duymuyoruz.
Onlardan sadece bir tanesinin tapelerden Trabzonspor Başkanıyla yaptığı sohbeti okuyabildik.
Bir sürü tuhaf ilişkiye ait telefon kayıtlarını bu toplum bilmedi, çünkü ya hasır altı edildi ya da hiç gündeme bile gelmedi.
Sonra öğrendik ki 3 Temmuz’a ait tüm kayıtlar imha edilmiş!
Türkiye’nin en önemli sportif davasına ait delilleri içeren kayıtların neden imha edildiğine dair Medya’da soru soran kaç gazeteci, haberci, yorumcu tanıyorsunuz?
Kayıtlarda yazılanlardan daha fazlasının ve başkalarını sanık sandalyesine oturtacak kadar vahim olmadığını nereden biliyoruz?
Madem ortada bir kumpas var belki de o kumpasta bize suçlu gösterilenler tamamen suçsuz, masummuş gibi sunulanların suçluydu?
3 Temmuz davasını yürüten savcı ve hakimlerin, operasyona katılan emniyet görevlilerinin tamamı bugün görevlerinden el çektirilmiş hatta haklarında açılmış soruşturmalar ve davalar yüzünden yurtdışına kaçmış, tutukluyken onların gördükleri, takip ettikleri davalarda yapılan yargılamaların, verdikleri kararların samimiyetine, adalet duygusuna, güvenirliğine kim inanır?
Bundan tam 200 yıl önce söylenmiş çok önemli bir sözdür;
“Görünenle öz aynı olsaydı bilim olmazdı!”
Evet, hiçbirimiz bize gösterilenle yetinemeyiz; hele onu bize servis eden, yorumlayan, değerlendirenler 3 Temmuz’dan dolayı mimliyse…
Pazar günü Aziz Yıldırım’ın yaptığı fiili bir müdahale sonrasında tüm spor kamuoyu yine “Aziz Yıldırım da artık çok oluyor, yakışıyor mu Fenerbahçe Başkanı’na?” sorusunun altında tek vücut bir araya geldi.
3 Temmuz Kumpası’nı desteklemiş, operasyon ve dava konusunda tek bir soru sormamış, sesini çıkarmamış, hukuk, adalet, masumiyet karinesi aramamış ve bunu da gazetecilik, habercilik, yorumculuk “mesleğinin ilkelerine” yakıştırabilmiş bir sürü karakter sadece olaya bakarak Aziz Yıldırım ile gecikmiş hesap kapama meselesinin üzerinden tekrar intikam duygularıyla hareket etmeyi kendilerine vazife bildiler.
Beşiktaş Kulübü Başkanı’nın sonrasında özür de dilediği, Mali Kongre’de kürsüde konuşan üyeye attığı tokadı görmezden gelen, yok sayan bu Medya’nın konu Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe olunca ateşli toplarla habercilik yapmasının nedenini artık çok biliyoruz, 3 Temmuz bize gösterdi.
Meselenin neden Aziz Yıldırım olduğunu da artık çok iyi biliyoruz.
Kupa maçında Van Persie tribünlere dil çıkardı diye yeri göğü inleten, kime nasıl şikayet edeceğini şaşıranların, Taliska’nın Volkan Demirel’e yaptığı parmak hareketini değil de Volkan Demirel’in ağzını okumak suretiyle ettiği küfürü gündeme getirme gayretlerini de biliyoruz.
Şenol Güneş’in yine Kupa maçında oyundan çıkmaya çalışan Kjaer’in önüne çıkıp boğazına sarıldığı tüm kameralar önünde sabitken, Lig maçından sonra basın önünde Volkan Demirel’in sahadaki davranışını eleştirmeye çalışması sadece Türkiye’de görülecek türden bir çelişki ve samimiyetsizliktir.
Ve yine sadece Türkiye’deki habercilik “onu değil bunu çekecek” seviyelere inmiştir!
Hatırlıyor musunuz “onu çekme bunu çek!” direktifini vereni?
O direktif malumu bize gösterdi de biz başka tarafını gördük!
Gerçek samimiyetsizlik işte bunu sorgulayacak türden bir haber, yorum yapılmamasıdır.
Beşiktaş Kulübü Başkanı, Kupa maçında yaşananların ardından “Van Persie bizim oyuncumuz olsaydı o terbiyesizliği yapmazdı” derken; Taliska’nın parmak hareketiyle disiplin kuruluna sevkinden sonra futbolcuyu savunmayı şahsen üstlenmesi de bir başka Türkiye gerçeğidir.
Temel sorun olaylar, olayların uluş biçimi, nedensellikleri değil onlara gösterilen duyarlılık, tepki, reaksiyon, değerlendirme şekli, ölçüsüne inmişse burada yapılan şey objektiflik değil kişisel ya da grupsal anlamda tavır alıştır.
Bilinmesi gereken bir şey var; en azından başka türlü bakmasını ve sormasını da bilecek kişilerin olduğu, meydanın o kadar da boş kalmadığıdır.
“İçeri girdi, protokole geldi, direkt olarak saldırdı!” açıklaması sizin için yeterliyse, gerisi ile ilgilenmiyor ve bu kadar basit bir şekilde o zaman evrensel haberciliğin 5N 1K ilkesi ayaklar altına alınmış demektir.
İlkeleri ayaklar altına alanlar geçmişte olduğu gibi bugün de yarın da öyle ya da böyle kendilerini açığa çıkarırlar.
Bugün temsil ettiğiniz şey yaptığınızın gerçek ve doğru olduğu anlamı taşımaz!
Evet, bugünün bir de yarını var!