Yıldız mı vasat mı “adanmış” futbolcu mu?


Futbola “vasatizm” kelimesi, Aziz Yıldırım’ın son yıllarında yaptığı transferleri, özellikle de Aykut Kocaman dönemindeki oyunu ve teknik adamın çalışmayı tercih ettiği oyuncu grubunu eleştirmek üzere Serdar Ali Çelikler tarafından piyasaya sürüldü.

Aykut Kocaman’ın Alex ile yaşadığı sorun sonrasında takım üzerinde inisiyatif almak üzere yaptığı tercihler, sanki teknik direktörün yıldız futbolcularla çalışmak istememesi şeklinde algılanmaya başladı.

Birinci Pereira döneminde Robin Van Persie arasında gelişen problemler mevcut Fenerbahçe yönetiminin vasat futbolculara yöneldiği şeklindeki o popüler söylemi daha güçlendirdi.

“Yönetilemeyen Büyüklük Fenerbahçe” kitabında çok detaylı bu konu üzerinde yazdım ancak yeri geldiği için özet geçeyim; Van Persie Türkiye’ye geldiğinde %100 oynayacak bir kapasitede değildi. Zaten bununla ilgili detaylar, sonrasında sıklıkla yönetimin transfer sürecini planlama ve yönetmesi konusunda yoğun eleştiriye uğradı.

Bu durum bir sonraki sezon Advocaat döneminde biraz daha veriye dayalı bir bilgiyle desteklendi. Teknik direktör ile futbolcu arasında geçen diyaloğu biliyorum; Advocaat, iki ayağının ölçümlerini futbolcunun önüne koyup sormuş:

“Sen, teknik direktör olsan bu verilere bakıp futbolcunu oynatır mısın?” diye.

Van Persie’nin buna bakıp kendi durumuna ikna olduğunu biliyoruz.

Pereira’nın verileri değerlendirme ve futbolcu yönetimi konusunda büyük eksiklikleri vardı.

(Artık eskise de) Yeni Fenerbahçe Yönetimi bu konuda bilgisiz olabilir çünkü Kulübün tüm hafızasını dışarı attığından her şeye yeniden başlamak zorunda kaldı. Bilgisizlikeri nedeniyle 3,5 sezondur sürekli “yaşayarak öğreniyor” vurgusunu yapıyorum.

Ali Koç, öncesinde yapılan tüm seçimlerin ve kişilerin yanlış olduğu kabulüyle göreve başlayıp, ne var ne yok herkesi Kulübün dışına (kelimenin tam anlamıyla) “attı.” Oysa özellikle Samandıra’da çok değerli bilgilere sahip profesyoneller vardı, çalışan. Onlar olsaydı muhtemelen Pereira’yı seçerken 3-4 defa düşünür ve belki de vazgeçerdi.

Ne Aykut Kocaman ne Pereira yıldız futbolcu düşmanıydılar; talihsizlikleri Fenerbahçe’nin kaos, parçalanma ve dağılma döneminde görev yapmış olmalarıdır.

Onların meselesi kafalarındaki oyun planına sadık oyuncu grubu ile sahaya çıkıp mücadele etmekti. Bu televizyonların en önemli köşelerini tutmuş kimi yorumcuların futbol anlayışlarına ters gelse de mutlak surette bir bilgiye, yoruma ve tercihe dayanıyordu.  

Bugün dünyanın en başarılı teknik adamlarından olan Guardiola’nın kitapları ve belgesellerini takip ederseniz nasıl çalıştığı ve futbolcu grubunu kendisine bağlı bir ekibe dönüştürdüğünü görür, anlarsınız.

Bundan 20 sene önce Löw, ülkemizin medyasındaki yorumcuların futboldan anlamadığını söylerken bir gerçeğe işaret ediyordu; bu gerçekliğin Pierre van Hooijdonk döneminde Quality Turkish Media (QTM) şeklinde adlandırılması da anlamlıdır.

Sosyal medyanın devreye girmesi, gelişmesi ve çeşitlenmesinden sonra bu medya gerçeği “sosyalleşti” yaygınlaşarak taraftarlık boyutuna kadar indi. QTM tarafından yıllarca kafası bulanmış futbol kamuoyunun içinden herhalde futbolu çok iyi bilen bir taraftar kitlesinin gelişmesini beklemek fazla iyimser olurdu.

Geldiğimiz seviye de budur işte.

Kimse özeleştiri yapmadan bir başkasını eleştirmeye nasıl hak bulur bilmiyorum ama bizde bu çok yaygındır.

Profesyonel iş hayatımda, işyerlerinde futbol ulemalığı yapıp, kendi mesleğini vasat altında yapanlarla sıklıkla karşılaşmışım ve bunu onların yüzüne vurmuşumdur.

Ben futbolu izlerken de yorumlarken de bu ilkeyi her zaman referans alırım.

Çağımızda “yıldız” futbolcu kavramı da çok değişti.

Maradona’yı taktiğe dayalı bir düzende oynatamazdınız. Öyle olsaydı İngiltere’ye attığı o harika 2. Golü asla izleyemezdik.

Hagi de bir taktik oyuncusu değildi.

Ama Messi ile Ronaldo hibrid diyebileceğimiz futbolcu türünden; belli bir taktik yapının içinde yine de kafalarına göre takılıp işi bitiriyorlar.

Zaten temel mesele de bu; kazandığınız ve kazandırdığınız sürece kimse sizin nasıl yaptığınızla ilgilenmez.

Fenerbahçe’nin 2010-11 sezonu Alex-Aykut Kocaman-Aziz Yıldırım konsensüsunun bir sonucu kazanılmış bir şampiyonluktur.

Ancak bir sene sonra 3 Temmuz’la birlikte roller tamamen değişti.

Aykut Kocaman sadece futbol takımının değil camianın önemli bir lideri haline gelmek zorunda kaldı. Bu liderlik kuşkusuz Samandıra’ya da yansıdı. Her fırsatta dile getirdiği “teknik direktör takımı” olgusunu hayata geçirmek istedi.

Bunun belli sonuçları ve bedelleri oldu; camianın içinden geçtiği o zorlu süreçle birlikte kırılganlıklar ve kırgınlıklar yaşandı.

Tüm bu süreci yakından takip ettik. Kendi piarının peşindeki Serdar Ali Çelikler gibiler sürece destek olmak üzere her fırsatta kolay yolu tercih edip sorunları köpürttüler. Çünkü yediğin yemeğin gurmesi gibi futbol anlatmaya kalkarsan çok basit bir meddah özelliğine sahip olmandan başka bir meziyete gerek kalmaz.

Ülkenin genel ortalaması da zaten futboldan uzak, yemek soslu, biraz da eğlendiren yorumculuğu dinlemeye yatkın olduğundan sunum yetti.

“Vasatizm” bunun en kıymetli ürünü oldu.

Nedir vasat olmayan mesela?

Var mı bir tanımı, yapmış mı, anlatabilmiş mi?

Ben, kendisinin imkanlarına sahip olsam, bu kadar önemli bir konuda ortaya mutlaka bir eser çıkarırdım. Beni yakından takip edenler bilir, 10 yıl önce yazdığım ne ise 10 yıl sonra aynı düşünce sürecinin bir parçası olarak birbiri ile çelişmeden tüm yazılarım bir bütün halinde okunabilir.

Bu nedenle şunu rahatlıkla söyleyebilirim; ben her sezonun bir kitabını yazıyorum.

Mesela hiç “pardon bizi kandırmışlar, o zaman yanılmışız, hata yapmışız” mealinde bir yazı yazma ihtiyacım olmadı.

Yanılmamak için uzun uzun kafa yormak, sebep sonuç ilişkilerini doğru kurgulamak gerekiyor.

Ülke futbolunun geldiği durumdan yorumcular asla ve asla kendi sorumluluklarını sıyıramazlar.

Yorumculuk, futbolun üstyapı kurumudur. Orada bilgi zihinsel işlemden geçirilerek kalıcı bir paradigmaya dönüştürülür.

Bilgiyi besleyen ürün, futbolun her türlü bileşeni; teknik adam, futbolcu, yönetici, idareci bu paradigmanın içine katkı sağlar; birbirini besleyen bu süreç geliştirici olmalıdır. Ancak nitelikli bir çalışmanın ürünü olursa. Paydaşlar “vasatsa” paradigma da vasata dönüşür.

Kuşkusuz ana motor güç teknik adam, futbolcu, yönetici, idarecidir; ancak futbol paradigmasının geniş kitleler tarafında tartışılmasını sağlayan nihai sonuç da yorumculuktur.

Futbolu çok iyi bildiğimizi sanıyoruz; oysa bu kocaman bir yanılgı.

Her yıldız futbolcu çok iyi bir teknik adam olamıyor; çünkü beceri ile onu komple yönetmeye çalışmak eşzamanlı hareket edemiyor.

Kurgulamak, tasarlamak, planlamak, programlamak ve yönetmek için çok daha karmaşık bir zihinsel sürece ihtiyaç var. Futbol topuna çok iyi yön veren her yıldız oyuncunun bu kadar zeki olması gerekmiyor. Sonuçlarını zaten gözlemliyoruz.

Bugün Fenerbahçe’yi bu hale getiren şey işte bu tanımı yapılmamış “vasatizm” saplantısı, sapkınlığıdır!

Fenerbahçe Yönetiminin hiçbir futbol aklına sahip olmadan göreve talip olduğunun bugün farkına varıyoruz. Ama başlarda, henüz görev üstlenmeden ne kadar süslü cümleler kuruyorlardı değil mi?

Hayal kurmak, bir vizyona sahip olmak çok değerlidir; ama vizyonunuzun da gerçeklere uygun olması gerekir.

Futbolu yönetmeye talip olan Fenerbahçe Yönetiminin gelir gelmez yaptığı ilk ve en iyi şey neydi?

Finans yönetimi!

Başka da bir şeyden anlamayan bir grup olduğunu 3,5 yılda tecrübe ediyoruz.

Futbolun tüm dinamikleri dünyada da finansal anlamda çok karmaşık bir süreçle yönetiliyor. Buna hakim olamadığınızda yönetemez hale geliyorsunuz.

Bir dönem dünyanın tüm yıldız futbolcularını transfer ederek Galaktikos’u kuran Real Madrid kalıcı bir başarı sağlayabildi mi?

Oysa 1990’lı yıllardan itibaren Hollanda ekolüyle yeniden organize olan Barcelona son 20 yıla damga vurdu.

Barcelona’nın bu organizasyonunun en önemli ürünü olan Messi, kendi ülkesinin Milli Takımında başarıyı yakalayamadı.

Arjantin Milli takımının içinde sıradan bir oyuncuya dönüşen Messi için vasat diyebilir miyiz?

Ülkemiz gerçeklerinde yıldız futbolcudan çok takımına “adanmış” oyuncuya ihtiyacımız var.

Beşiktaş’ta son 10 yılda Atiba, Galatasaray’da Muslera, Başakşehir’de Visca isimlerini bu adanmışlıkta üst sıralara yazabiliriz. Bu oyuncuların takım içinde üstlendikleri rol model geriden gelen kuşaklar için de ilham kaynağı oldu. Atiba bu görevi bu sezon Josef’e teslim etti. O, Josef Fenerbahçe’de oynarken vasat olarak adlandırılyordu. Olmadığını Beşiktaş’ta anlayabiliyor yorumcu, futbolsever!

Manchester United, Liverpool gibi takımlarda da böyle adanmış oyuncular var.

Mesela 10 yıldır Liverpool forması giyen Henderson Türkiye’deki popüler söylemde kazma ve vasat bir oyuncudur. Bir Salah değildir mesela. J Ama öyle olmuyor bu işler işte.

Bayern Münih bambaşka bir korporasyonla yönetiliyor ve kurum-kişilerin ortak bir adanmışlığı bulunuyor.

Yine çok uzatmış olabilirim.

Ancak Fenerbahçe’yi kuşatan bu algı manipülasyonunun etkisinin 3,5 senede neye mâl olduğunu anlamak gerekiyor. Anlamak için zihnimize yerleştirdiğimiz içi boş kavramların neye karşılık geldiğini düşünmeliyiz.

Önceki gün Fenerbahçeli yıldız futbolculardan bazılarının isimlerini vererek “bir an önce bunlarla vedalaşmak” gerektiğini yazdım, söyledim. Bunun üzerine bu vasatizm algısı tekrardan hortladı.

Twiter’den sallıyor; “vasatizmin ölmez savunucusu!”

Ben, profesyonel işimi yaparken en iyilerle, en doğru malzemelerle çalışmaya gayret ediyorum. Son 10 yılda 3 milyon metre kare yapı işinin içinde üst düzey Proje Yöneticisi olarak çalıştım. Hala fiilen bu görevlerde çalışıyorum. Geride bıraktığım işlerde mutlaka hatalarım olmuştur ancak birbirini sürekli tekrar eden hata bulamazsınız. Çalıştığım ekiplerden de üst seviyede çalışma koordinasyonu ve performansı beklerim. Mümkün olan en küçük toleranslarla çalışırım.

  • Vasatın yetiyorsa gel benimle çalışmayı bir kere dene bakalım. Ortaya ne sonuç çıkacak?

Yazarken, yorumlarken de buna dikkat ediyorum.

Mesele yıldız futboluyu yerden yere vurmak değil; yıldız etiketi ile takıma “adanmışlığı” bir araya getirmek.

Görev yapan teknik adamların hepsinin vasat, bu yıldız oyuncuları yönetemeyen başarısız kişiler olduğu algısıyla futbolcu grubunun hiçbir sorumluluğu olmadığını düşünmek veya öyle bir sorumluluk paylaşımı yapmayı benim yöneticilik bilgim bir araya getiremiyor.

Benim derdim Mesut, İrfan Can, Mert Hakan, Sosa, Pelkas vs… değil. Olamaz da. Sorun takıma adanmışlık gösteriyor mu yoksa kafası başka şekillerde mi işliyor.

Mesut Özil, Türkiye’ye gelmeden önce futbolcunun yaşadığı süreçleri anlatan ilk yazıyı ben yazdım medyada. Onun taşıdığı misyonu hem biliyor hem de anlıyorum. Herkesin öncelikleri farklı olabilir.

Önceliğimiz Fenerbahçe ve ülkemizin sporudur; onun içinde kalmaya ve gelişim oluşturmaya çalışıyorum.

Milyonların da önceliği bu olduğu için bu çerçevenin dışında duranı oraya çekmeye çalışmak da bu öncelik sıralamasına dahil oluyor.

Yorum bırakın