Çok değil daha birkaç hafta önce bir “günlüğünü” okuyup, ondan da bir alıntı yapmıştım.
“Fethi Naci Türk romanında ölçüt sorunu adlı kitabında “romandaki ölçüt, romanı değerli kılan şeyi onun tekrar okunma isteği” ile açıklıyordu. Bu ölçüt basit ama çok güçlü; yani herhangi bir sanat eserine karşı onu bir daha dinleme, görme, okuma isteği duymanızla açıklanabilir.” (Marşlarla Sorun Yaşayanlar – İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı (2) )
Eğer edebiyatla ilgileniyorsanız; hele bir şeyler yazıyorsanız, biraz daha ileri gidip roman yazmaya cüret gösteriyorsanız, Fethi Naci fenomenini aklınıza getirmeden o sayfalardan birini bile tamamlamayı başaramazsınız.
Üzgünüm, çünkü eğer bir gün bir romanım basılacak olursa onu Fethi Naci okuyamayacak. Okuyamayacağı için de Türk romanındaki yerini hiç bir zaman tam olarak bilemeyeceğim. Bu benim için gerçekten eksiklik.
Çünkü bundan tam sekiz yıl önce ilk romanımı yazdığımda bu işin tam olarak ciddiyetini kavrayamamıştım. İki sene sonra ikincisini tamamladığımda da farkında değildim. Fethi Naci’nin 50 Türk Romanı isimli eleştiri günlüğünü okurken neyin eksik olduğunu ayırt etmeye yeni başlamıştım. Sonra da kendime bir hedef koydum. Şimdi bu hedefin bir kaç sene gerisinde kalmış olmak bir yana o ilk baskının ilk kitabını Fethi Naci’nin eline verme şansını da kaybetmiş oldum.
Sanırım ruhum fazlasıyla eski. Günümüz yazarlarının kaçının Fethi Naci derdi vardır ki?
Ama çok iyi biliyorum ki, bugün Türk romanında kalıcı yer edinmiş ne kadar yazar varsa hepsinin “Fethi Naci sorunu” vardı.
Yani Türk romanında bir Fethi Naci sorunu vardı. Artık yok! Bu, insanın hayatında birtakım sorunların hep olması gerektiğini ispat eden bir gerçekliktir üstelik.
Ölenin ardından yapılagelen onu gereğinden fazla yüceltme yarışına bir bayrak da ben asayım derdinde değilim. Yazılarımı biraz okuyanlar bunu az çok fark edebilirler. Bu sabah onun ölüm haberini gazetede gördüğümde şu an satırlara dökmeye çalıştığım şeyleri içimde teker teker duyuyor, hissediyordum.
Yazı çoktan yazılmıştı.
Fethi Naci’nin Türk romanı diye bir sorunu vardı. Bunu sorun etmek öylesine güçlü ve saygınlık uyandıracak bir düşünselliktir ki…
Türk romanına ölçüt aramak… Üstelik bunu 1980 yılının 12 Eylül karanlığının hemen içinde yapmak?
Eğer roman formüle ifade edilmeye çalışılsa şu aşağıdaki şekilden başka nasıl yapılır acaba?
“Bir romanın büyüklüğü nasıl anlaşılır? Belki birtakım ‘nesnel’ ölçütleri vardır bunun, ama bir de doğruluğu ‘bittecrübe’ denenmiş bir ölçüt var: O da romanı yeniden okuma isteği. Sorarım: Hangi Türk romanı okuduktan sonra bir kez daha okumak isteği duydunuz?” – Türk Romanında Ölçüt Sorunu Eleştiri Günlüğü (1980 – 1986)
Sonra çok güzel bir örnek veriyor:
“Bu yıl Trabzonspor, Türkiye lig şampiyonu, Fenerbahçe de kupa şampiyonu; uluslararası ilk karşılaşmalarında biri Polonya lig şampiyonuna, öbürü Bulgaristan kupa şampiyonuna yenilerek elendiler.
“Evet, Türkiye’de roman var: Ne kadar futbol varsa o kadar. Umut verici çabalar bu gerçeği değiştirmiyor.” (a.g.e)
Fethi Naci’nin son dönem Türk romanı hakkında düşüncelerini ve Türkiye’nin futbolda geldiği nokta ile karşılaştırarak nasıl değerlendirdiğini bilmiyorduk, artık hiç bilemeyeceğiz.
Fethi Naci’nin bu ölçütü benim temel ölçütüm olacak her zaman. Olası bir eserimi ona okutamayacağım; ama şunu biliyorum ki ilk romanımın adını yazdığı bir eleştiride geçen küçük bir cümlecik olacak.
Anısı önünde saygılarımla eğiliyorum. Güle güle Fethi Baba…
http://twitter.com/uzaygokerman
(Bu yazı yazarın aramızdan ayrıldığı 28 Temmuz 2008 günü yazılmıştır.)