Yıllar önce bir fabrikada birlikte çalıştığımız İngiliz’le futbol üzerine küçük bir sohbetimiz olmuştu. Kendisine hangi takımı tuttuğunu sormuştum. O da bana şu an anımsamadığım bir isim söylemişti. ‘Bilmediğimi, hangi ligde mücadele ettiğini’ sorduğumda da; ‘üçüncü ligde oynadığını’ söylemişti.
Söylediği, doğup büyüdüğü kentin futbol takımıydı. Oldukça etkilenmiştim. Liverpool takımına sempatim olduğunu anlattığımda da ağız kıvırmıştı. Onun için hiçbir şey ifade etmiyordu.
Onun yaptığı benim Üsküdar Anadolu takımını tutmam gibi bir şeydi. Babamın hala maçlarını takip ettiği, benim de bir iki maçına gittiğim Kerem Alışık’ın da bir dönem top oynadığı Üsküdar Anadolu hiçbir zaman ailemizin birinci favori takımı olamamıştı.
Adını andığım takımın kuruluş tarihi 1908’dir. Burhan Felek tarafından kurulmuştur. Maçlarını yıllar önce şimdi kurucusunun adıyla anılan ancak atletizm kompleksi haline getirilen Stadyumda yapıyorken şimdi bildiğim kadarıyla Vefa Stadyumu’nda oynuyor. Üsküdar’la da bir ilgisi yok gibi bir şey.
İngiltere Premier Ligi Ağustos ayı ortaların da başlayarak kesintisiz 38 hafta devam ettikten sonra Mayıs ayının başında bizim ligimiz gibi tamamlanıyor. İngiltere’nin iki ayrı kupa mücadelesi var. İlk dört sırayı alan takımları Şampiyonlar Ligine katılıyor. Beşinci ve altıncı sırayı alan takımlarla birlikte Lig kupasını kazanan takım Avrupa Ligi’ne katılıyor.
Bu turnuvaların maçları ile birlikte İngiltere milli takımının sezon ortasında oynadığı eleme maçlarıyla bir istisna olmazsa her iki senede bir düzenli olarak katıldıkları Avrupa ve Dünya Kupası Şampiyonaları da hesaba katılıp eklendiğinde hani bir zamanlar güneş batmayan adı alan bu ülkenin futbolsuz günü olmayan bir yere dönüştüğünü görüyoruz.
İngiltere’nin her mahallesinde neredeyse bir futbol takımı var ve çeşitli klasmanlarda dolu tribünlere maç oynuyor. Üstelik bizdeki gibi üç ya da en fazla beş takım tutmuyor insanlar. Yerel temelde de olsa takımlarına bağlılık duyuyorlar, formalarını giyerek kaşkollerini kuşanıyorlar.
Bu bir sportif kültürdür.
Ülkemizde de benzer yapılanma olsa da bu kültürün yerleşmediğini görüyoruz. En azından insanlar yakın çevrelerindeki takımlara ilgi göstermiyorlar.
Bunun çeşitli sebepleri var. En önemlisi hala göçebelikten kurtulamamış bir toplumuz. İnsanlar sürekli mekan değiştiriyorlar. İkamet ettikleri adreslerle de organik bir bağlantı içine girmiyorlar.
Son yirmi yıldır kentsel dönüşüm adı altında yaratılan yeni kent merkezlerinde, konut gruplarında spor sahaları ya hiç düşünülmüyor ya da parselin içinde çok küçük bir yere sıkıştırılıyor. Basketbol potasının yerleştirildiği bir beton zemin pekâlâ bir oyun sahası olabiliyor; ancak bir site içinde futbol sahası görmek kolay değil.
Öyle olunca da nasıl insanlar işe gitmek için saatlerce yol kat etmek zorunda kalıyorlarsa, çocuklarına spor yaptırmak için ya da gençlerin spor yapabilecekleri yerlere ulaşması için aynı mesafeler geçiliyor.
Kendimin de içinde bulunduğu altyapı faaliyetinin küçük özeti budur.
Her zamanki gibi tepeden çözmeye çalıştığımız için o altyapıya ulaşana kadar kaybettiğimiz zaman süresince etraftaki bir sürü yetenek heba olup gidiyor.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için projenin içinde tek bir yeni stadyum konseptinin olmaması beni çok etkiledi, kaygılandırdı.
Aynı şeyi 2000 yılı Olimpiyat Oyunlarına aday olduğumuzda da hissetmiştim. O zaman da ortada hiçbir tesisimiz yoktu ancak vaatlerimiz vardı. Üstelik hala tamamlayamadığımız ulaşım sorunu da tam merkezde duruyordu. Bir takım tesisler yapılırken bunun geri planında derinlemesine hiçbir hazırlık olmadığı, formel bir takım prosedürleri yerine getirmeye çalışan bir ekibin çabaladığını izlemiştim.
1990’lı yılların sonuna kadar bu proje için yapılmaya çalışılan tesisleri bir gözünüzün önüne getirin. Ne durumdalar. En tamam olan Olimpiyat Stadı’nın ruhsuzluğu, yalnızlığı bir tarafa çarpıklığı ve başarısızlığı ortadadır.
İşte önümüzde yeni bir on yıllık dönem başlıyor. Burada hepimize düşen görev ve sorumlulukları var. Bunun için daha fazla yerleşik hale gelmemiz gerekiyor. Önce zihnimizin ikametgahını kalıcı hale getireceğiz, sonra fiziki varlığımızı sonra da sporumuzdaki istikrarı.
Bu yazı 31 Aralık 2009 günü yazılmış ve spor.milliyet.com.tr’de yayınlanmıştır.