2007 yılından bu yana gündemimizde olan büyük operasyon ve davalar neydi hatırlayalım mı?
– Balyoz
– KCK
– Odatv
– 3 Temmuz
Bu halkaya 17 ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde içinde Başbakan ve Bakanların da olduğu (o tarihte Başbakanın en çok öfkesini çeken “dönemin başbakanı” yazan tutuklama müzekkeresiydi) yenisi eklenmek üzereydi ki hükümet olaya müdahale etti ve bugüne kadar bildiğimiz, öğrendiğimiz ya da bize ezberletilmeye çalışılan her şey bir anda değişti.
Yukarıda saydığımız listedeki operasyon ve davaları birbirine yakınlaştıran ve benzeştiren bazı özellikleri vardı.
– Öncelikle bu davalar hep aynı ekip veya kadrolar tarafından yönetilmiş ve yürütülmüştü.
– Bu davalara destek çıkanlar da ilginçtir hep aynı gazete ve medya grupları tarafından desteklenmiş, gündeme getirilmiş çok daha önemlisi de neredeyse operasyonların ilk dakikalarından davaların sonuçlandığı güne kadar sanıklar suçlu gibi gösterilmişti.
– (3 Temmuz’un genel yapısı diğerlerinden ayrılmakla birlikte, diğer) davaların merkezindeki ana unsur, seçilmiş hükümeti devirmek, darbe yapmak, ülkede kargaşa ortamı yaratmaktı.
– Bu davalar siyaseten bir takım politikaların uygulanmasına neden veya yardımcı olmuştur.
– Davalar ülkede bambaşka bir hesaplaşma kültürü oluşmasına neden olmuştur.
İşte yukarıda özetlediğimiz, bütün süreçlerin ana merkez üssünde olan, belki de yöneten, artık rahatlıkla Cemaat olarak ifade edilen Medya Grubu’na dün sabah bir operasyon başlatıldı.
Her operasyonda bir ya da birkaç kişi ön plana çıkıyor, burada da Ekrem Dumanlı isminin parladığını söyleyebiliriz.
Ekrem Dumanlı yukarıda saydığımız davalarda gazeteciden çok taraf olarak saf tutmakla kristalize olan bir kişilik olarak biliniyor. 17-25 Aralık sonrasındaki duruşuyla kuşkusuz gazeteciden başka bir misyonu var.
“Darbeye stratejik destek veren bir medya olmasaydı bu ülkede asla darbe yapılamazdı. ’60 darbesi, ’71 muhtırası, ’80 darbesi, 28 Şubat postmodern darbesi, 27 Nisan e-muhtırası… Hepsinin psikolojik hazırlığı medya aracılığıyla yapılmıştı ve o destek kayboldukça bu ülkede darbe yapmak zorlaştı.”
Yukarıdaki satırların sahibi olması bakımından da ilginç bir yerde duruyor.
1698-1763 yılları arasında yaşamış Osmanlı’da devlet adamlığı yapmış aynı zamanda çevirmen ve diplomat olan Koca Mehmet Ragıp Paşa’nın çok meşhur bir sözünü hatırlamadan edemiyoruz.
“Merd i kıpti şecaatin arzederken sirkatin söyler (Çingene erkeği yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler)”
Bir yandan yargıladığı döneme ait bir gerçeğin altını çizerken diğer taraftan yeni bir dönemin nasıl şekillendiğini de bize gösteriyordu Ekrem Dumanlı’nın ifadesinde altını çizdiği gerçekler.
Ne ilginçtir ki 14 Aralık ile anılacak dün başlayan operasyonun dayanağını seçilmiş hükümete yapılmaya çalışılan darbe girişimi oluşturuyor.
Ekrem Dumanlı ve arkadaşları 2007 yılından bu yana büyük bir demokratikleşme hareketi olarak gösterdiği operasyon ve davaların merkezine yerleştirdiği darbe unsuruyla 7 sene sonra kendisi suçlanıyor, gözaltına alınıyor.
“Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık… Bunlar darbeci miydi, derin yapılarla gizli bağlantıları var mıydı, psikolojik harbin birer parçası mıydı, bazı odakların yönlendirmesiyle kara propaganda yapmışlar mıydı, ülkede kaos oluşturacak bir atmosfere zemin hazırlamışlar mıydı? Bu soruların cevabına bir nefeste ‘evet’ ya da ‘hayır’ demek bu aşamada mümkün değil. Zanlılar hakkında somut bilgilere ulaşıldığında manzara daha da netleşecek.” (*)
Yukarıdaki satırları 7 Mart 2011 tarihinde Ekrem Dumanlı’nın yazdığı “Paniğe ve öfkeye gerek yok hukukî süreç işliyor” başlıklı yazıdan okuyoruz.
Şimdi bize düşen şey “Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık…” isimlerinin yerine “Ekrem Dumanlı.” yazarak mı okumaktır yoksa ta en başından beri yaptığımız gibi bu davaların ne hukuk ne de demokratikleşmeyle ilgisi olmadığı, bir çeşit hesaplaşma ve rövanş alma duygusundan kaynaklanan bir çatışma olduğu gerçeğinden uzaklaşmamak mıdır?
Bugün operasyona uğrayanlar çaresizce son yedi yılda yapılan ve destekçisi oldukları davaları savunmaya devam ederlerken ne büyük bir çelişki yaşadıklarının farkına varmış olsalar da geri adım atamıyorlar.
İşin en trajik boyutlarından bir tanesi de yine bugün operasyon yapanlar son yedi yılda ülkede olup bitenleri bu operasyonun dayanağı haline getirmek, gözaltına alanları bu delillerle suçlama isteseler de girişimde dahi bulunamıyorlar.
Demokratikleşmenin bu şekilde yerleşeceği yönünde oluşacak algı veya kültür yarın yepyeni hesaplaşmalara sebebiyet verecektir.
Teşbihte hata aranmasın ancak şu içinden geçtiğimiz dönem Fransız Devrimi’nden sonra iktidarı eline geçirenin muhalifini giyotine gönderdiği sürece benziyor.
Buradan demokrasi falan çıkmaz.
Yedi sene önce de yedi sene sonra da olan demokratikleşme değildi. Demokrasinin adliye koridorları ve gösterişli adalet saraylarında görev yapan hakim ve savcılar tarafından kurulacağına inananlar tarihten hiç ders almamışlardır.
Size kim böylesi operasyonlar ve davaların bir demokrasi gereği olduğunu söylüyorsa bilin ki onun demokrasiyle işi gücü yoktur.
Zamanında antidemokratik süreçleri destekleyenlerin ve o ortamın yerleşmesi için çaba harcayanların gün gelip de yaratmış olduklarıyla yüzleşmeleriyse hayatın şaşmaz gerçeğidir.
Bunun Türkiye‘deki yaşanan bir iktidar ve paylaşım sorunu olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmayalım.