Türkiye 2002 yılına girdiğinde iktidardaki görüntü DSP-MHP-ANAP partilerinin oluşturduğu, ülkeyi krize sokmuş, en ağır devletçi ve bürokratik hükümetin beceriksiz yönetim anlayışıydı.
Hükümete bakan hemen herkes bu tabloyu oluşturan şeyin geri planında 28 Şubat olduğunu biliyordu.
Ülkeyi bu içine düştüğü çıkmazdan kurtarmanın yolu, yeni istikrar programları yapacak, liberal politikaları uygulamaya sokacak, bunun ayrılmaz parçası olan demokratik açılımları sağlayacak güçlü bir iktidar kurmaktan geçiyordu.
AKP işte bu ihtiyaca karşılık verecek çok geniş tabanlı ve katılımlı bir parti olarak kuruldu.
AKP’yi iktidara taşıyan güç sadece içinden kopup geldiği Refah-Fazilet tabanı değildi.
Başta ABD-AB olmak üzere Türkiye içindeki iş dünyası AKP’ye bütün maddi olanakları geniş anlamda açtılar.
Sağ sol kökeni ayırt etmeksizin Türkiye’nin düşünce ve fikir dünyasının kanaat önderleri, aydınları da AKP iktidarının gerisinde saf tutmaktan geri durmadılar.
Çünkü ortada bir enkaz vardı ve bunu değiştirecek tek seçenek bir senelik geçmişi olan AKP’den başka bir parti değildi.
Ve Cemaat…
Ülkenin son 20 yılda kat ettiği süreçte Cemaat 1980 sonrasında uygulamaya koyduğu plan ve program çerçevesinde Türkiye’deki kritik noktalarda çalışacak kadrolar yetiştirmiş ve bunları da ilgili yerlere yerleştirmişti.
İşte AKP’nin hem ortakları hem de önündeki 10 yıl boyunca ona hizmet edecek bileşenleri böylesine güçlü oluşumlar, unsurlardı.
AKP’nin çekirdek kadrosunun yoktan böyle bir kadro kurması zaten mümkün değildi. Bugün de bunu sağlamaktan uzak olduğunu görüyoruz zaten.
AKP’yi kuran kadronun zaten böyle bir kültürü ve geleneği de yoktu.
Bu geniş katılımlı ve destekli konsensüs Türkiye’nin son 10 yılda gerçekleştirdiği bütün plan, program ve hareketin taşıyıcı oldular.
Düşünün 3 Kasım 2002’de AKP iktidara geldiğinde aslında önümüzdeki on yılda neler yapacağını, kimlerle ne şekilde hareket edeceğini çok iyi biliyordu.
Çünkü bu program zaten onlar iktidara gelmeden önceki 20 yılda birileri tarafından düşünülmüş, tartışılmış ve belli bir mantığa yerleştirilmişti.
AKP’ye en başından beri muhalif olanları bir kenara koyarsak o geniş tabanlı oluşumun içinde günümüzde iktidara en ağır söylemleri gerçekleştirenlerin tamamı vardı.
Hatta bugün işsiz dışarıda gelişmeleri izleyen bir takım gazeteci veya yazarlar bile AKP’nin ilk dönemlerinde iktidarın destekçileri arasındaydı.
2007’de başlayan Ergenekon Operasyonlarına kaç kişi karşıt söylem gerçekleştirebilmişti ki?
Balyoz’da generaller teker teker ÖYM Savcılarının karşısına çekildiğinde Türkiye’de büyük bir demokrasi havası esiyordu.
Hatta 12 Eylül 2010 referandumu 12 Eylül askeri darbesinin etkilerini ortadan kaldıran büyük bir reform hareketi olarak “yetmez ama evet” ile coşkuyla karşılaşmadı mı bu çevrelerce?
Kesinlikle bütün bu olan bitenler sırasında herkes, hepiniz oradaydınız!
Bu kişilerin ve grupların bugün söylemleri ve muhalif duruşları her ne olursa olsun isimleri ve yaptıkları tarihe not düşülmüştür.
İşte bu ülkemizin aydının ileri görüşten uzak aciz halidir. Bir şeyleri anlayabilmesi için onu yaşaması, tecrübe etmesi gerekir.
Çünkü bizim aydınımızın bilgisini amprizm sağlar.
Ancak ne olduysa süreç içinde bir takım farkındalıklar geliştikçe ortaklık bağları da zayıfladı.
Uzaya fırlatılan kapsül gibi roket yukarı çıktıkça yakıt tanklarının parça parça ayrılmasına benzer şekilde bu unsurlar süreç içinde iktidar yandaşlığından ayrıldılar.
Bu sırada AKP güçlendikçe güçlendi ve güneş gibi çok büyük bir manyetik alana dönüştü.
AKP’ye bu gücü sağlayanlar işte bugün muhalif duruş sergileyenlerdir.
AKP kısa bir süre içinde kendi unsurlarını oluşturdu. Başta zayıf olduğu bütün boşlukları ve alanları doldurdu.
İktidarını paylaştığı herkesi zamanlar paylaşmanın dışına itti.
Bu da aslında AKP’nin en başındaki çekirdek kadrosunun dünya görüşü, geleneği ve kültürüyle uyumlu bir gerçeklikti. Bugün şaşkınlık geçirenler ve AKP’yi faşizme kaymakla suçlayanların hayatta sürekli ıskaladığı şey de işte budur.
Ancak hemen umutsuzluk ve ümitsizliğe kapılmayın bu durum aynı zamanda AKP’nin de kaderini belirleyecek antagonistiğidir.
Çünkü AKP’nin bu kısa sürede ortaya çıkardığı yapı derme çatma ve derinliği olmayan unsurlardan oluşuyor.
Düşünün ki AKP’nin aydın olarak ortaya sunduğu kanaat önderleri Yiğit Bulut, Negehan Alçı veya Rasim Ozan Kütahyalı gibi kişilerdir. En deneyimli veya donanımlılarının Mehmet Barlas, Etyen Mahçupyan olduğunu yazdığımızda tablo kendisini ortaya koyuyor.
Aynı şey iş dünyası ve ekonomi için de geçerlidir.
Evet, AKP kendisinin oluşturduğu bir sermaye sınıfına sahiptir ancak onlar da çok deneyimsizdir ve bilgiyi tecrübe ederek öğrenme yolunu seçmektedirler.
Nereden bakılırsa bakılsın bugünkü görüntü AKP’nin entelektüel anlamda bir zafiyet ve zayıflık yaşadığını göstermektedir ki bu iktidarın uyguladığı politikalardan uygulamalardan, yürürlüğe koyduğu yasalara varıncaya kadar her alanda kendisini hissettirmektedir.
AKP kendisini var ve güçlü eden ancak terk ettiği o geniş donanıma sahip unsurların yerine yenilerini ikame edemediği sürece iktidarda giderek yalnızlaşacak, bu onu daha da totaliterleştirecek ve kısa sürede de, otokratik bir hale dönüştürecektir.
Bu da dünya gerçeğine ters ve aykırıdır.
AKP’yi bu hale getiren şey burjuva demokrasisinin kendisidir. Demokrasiden uzaklaştıkça AKP gücünü çok kısa sürede yitirip, o yıllardır çok eleştirdiği zihniyete dönüşecektir.
Kaderini çok net olarak görebiliyoruz.
Reblogged this on macitbay and commented:
Mükemmel bir analiz.