Cumhuriyetin ilk yıllarında merkezi hükümet modern bir ülke yaratma amacıyla görüntüsünü batıya benzetmek için elinden geleni yaptı. Kadın ve erkekler batıda insanlar nasıl giyiniyor, yaşıyorlarsa aynısını taklit etmeye başladılar.
Kuşkusuz bu yoktan var edilmiş insanlarla yapılacak bir şey değildi. Ortada bu yaşama kolaylıkla uyum sağlayabilecek bir sosyete vardı.
Yakup Kadri’nin Kiralık Konak, Attila İlhan’ın Dersaadet’ye Sabah Ezanları romanlarında bu hayat çok çarpıcı bir şekilde anlatılır.
Cumhuriyetin o dönem kuşağının yazdığı romanlardaysa yeni Türkiye insanının yaşadığı çelişkiler dramatik şekilde dile getirilir.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları ile Kara Kitap romanları bu anlamda hazine değerine sahip kaynaklardır.
Modernleşme dediğimiz şey aslında tamamen görüntüden ibaretti; gerçekte insanlar arafta yaşamaktadırlar.
Cumhuriyetin dayandığı sosyete Osmanlı döneminde de batı yaşantısı süren burjuvaziydi. Bileşiminde çeşitli etnik unsurları da barındırıyordu. Bu sosyete Anadolu gerçeğine yabancıydı. CHP’nin bugün Anadolu’ya yabancılığının merkezinde bu vardır çoğunlukla.
Bir tarafta modernleşme yaşanırken diğer yandaysa alıştığı değerleri terk etmeye karşı güçlü bir muhafazakâr direniş vardı.
İktidardaki CHP’ye alternatif, iktidara sahip olmak için DP işte bu tabanı kendisine referans aldı. Oysa ne Adnan Menderes ne Celal Bayar sosyal anlamda bu muhafazakâr tabanla ilişkili değildi, yaşam şekilleri bile farklıydı.
İktidar dediğimiz şey aslında sermaye sahiplerinin pastadan mümkün olduğunca pay alması demek olduğundan ve CHP’ye karşı DP sermaye ortakları iktidara gelebilmek adına bu kartı oynamak zorundaydılar.
Bu bir çeşit liberalizmcilikti. Bugün AKP karşısında hayal kırıklığına uğramış liberal aydınlarımız bundan daha azını yapmadılar.
Türkiye 1980’li yıllara kadar bu çelişkiyi büyüterek yaşadı.
Hükümetler iktidarda kalma gayesiyle muhafazalar tabanı güçlendirdiler, popülist politikalar ve söylemler hep bu tabanı genişletti, geliştirdi.
Ancak başka bir şey daha oldu; Anadolu’daki muhafazakâr zanaat erbabı ticaretle, kapitalizmle tanıştı ve her geçen gün biraz daha öğrendi, para biriktirmeye başladı. Bu grupların büyümesiyle ortaya bu sefer onları temsil edecek siyasi bir yapı çıktı o da AKP oldu.
Bu süreçler çok daha karmaşık ancak özetle geçmemiz gerekiyor.
Batıda kapitalizm insanların yaşam şartlarını da kapitalistleştirerek gelişimini sürdürüyordu. Feodalizm buralarda zaten 18. Yüzyılda kırılmıştı. 19. Yüzyıl Avrupa’da aynı zamanda işçi sınıfının ortaya çıktığı ve düzene kafa tutarak savaştığı bir asırdır.
Oysa Asya gerçeği başkadır. Kapitalizm buralarda başka reaksiyonlara sebebiyet verdi. Maddi gelişim sürecine bağlı olarak insanların yaşama alışkanlıklarını değiştirmeksizin giderek daha da muhafazakâr hale getirmeleri dünyayı anlama, algılama biçimlerini de etkiledi.
Kadın dünyanın bütün coğrafyalarında her zaman erkeğe karşı zayıftır ve hep ezilmiştir. Ancak kapitalizm insanları işçileştirirken kadın-erkek-çocuk ayrımı yapmıyordu. Bu nedenle maden ocaklarında erkeklerle birlikte kadınlar ve çocuklar da çalışıyordu. Bu maddi şartlar, kadın ile erkeği bir anlamda toplumsal anlamda eşitlemiştir.
Oysa örneğin bizim coğrafyamızda kadın madene inmemiştir. Ağır iş kollarında çalışmamıştır. Kadın ilk defa tekstilde ve daha hafif iş kollarında çalışmıştır.
Kadın ile erkeğin ayrı yaşam şartları sadece iş yaşantısında değil, toplumsal hayatın her aşamasında kendisini göstermiştir.
Erkek kadını çoğu zaman sadece yatak odasında görmüştür.
Öyle olunca da ortaya birbirini hiç tanımayan iki cinsin çok güçlü bir stresi çıkmıştır.
Üstelik bu stres yıllar yıllar boyunca, bir jenerasyondan diğerine aynen aktarılmıştır.
Mecliste kadın çalışanın eteğinin yırtmacından tutun da sokakta hamile kadın gördüğünde o kadının nasıl hamile kaldığını düşünerek etkilenen, tahrik olan, yeri geldiğinde annesini bile tahrik unsuru bir kadın olarak tahayyül eden bir erkek varlığının türemesine yol açmıştır.
Bugün kadın örtünmesinin geri planında yatan şey erkeğin kadına karşı zafiyeti vardır. Kelimenin tam anlamıyla erkek kadından korkmaktadır. Çünkü onunla karşılaştığı her an kafasında sadece beliren tek şey kadınla ilgili yaşayacağı cinsel fanteziler gelmektedir.
Başka hiçbir şey düşünememektedir.
İradesi zayıf, düşüncelerine engel olamayan, zihni temel içgüdüden hareketle tek bir şeye odaklanmış basit bir varlıktır erkek; buna “penis kafa” demek mümkündür.
Bir erkeğin kadın karşısındaki bu zafiyetinden daha büyük bir güçsüzlük olamaz.
Erkek bu güçsüzlüğünü kadına karşı şiddet uygulayarak kapatmaya, dengelemeye çalışır. Elbette şiddettin derecesi, tonları vardır. Yeri gelir bu bir tokat olur, bazen daha büyük bir dayak veya sonu ölüme kadar gidecek bir tecavüz.
Temel içgüdü bütün canlıları ayakta tutan bir doğal duygudur. İnsanı hayvandan ayıran şeyse bu ve benzer içgüdülerini zihni ve düşünceleriyle kontrol altına alabilme yeteneğidir.
İnsan içgüdülerine hâkim olamadıkça doğadaki diğer canlılarla eşitlenir.
Ancak doğada dahi erkek figür razı olmadıkça dişi cinsle cinsel ilişkiye giremez. Hatta doğanın en önemli olaylarından bir tanesidir dişinin sağlıklı erkeklerle çiftleşmesi. Hayvanlar âleminde dahi sağlıklı nesillerin devamına dişi karar verir, doğru erkeği seçerek.
Kadına yönelik şiddetin geri planında yatan şey kadın ile erkeğin birbirinden izole edilmesi vardır. Bugün bu izolasyon çok daha güçlü bir şekilde bir siyaset aracı olarak kullanılmaktadır.
Ve bu siyaset Ortadoğu coğrafyasında daha güçlü bir şekilde devam ettirilecektir.
Gelecek adına kısa vadede daha umut verici şeyler söylemek giderek güçleşiyor. Çünkü her geçen gün biraz daha temel içgüdüleriyle yönetilen bir toplum ortaya çıkmaktadır.
Bunu değiştirmenin yolu insanın sahip olduğu organlarının vücudunda olması gereken yerlere geri dönmesidir.
Beynin cinsel organların, cinsel organların da beyinin yerinde olan bir varlığın düşünmesini bekleyemezsiniz.
Sonuç olarak ne olduğunuz etrafınızdakileri ne şekilde gördüğünüzü de belirliyor. Çekiçseniz herkesi çivi görüyorsunuz, bir penise dönüşmüşseniz ister istemez etrafınızdaki her şeyi bunu tatmin edecek şey olarak algılıyorsunuz.
Dünyayı bu şekilde gören, kadınlarla aynı ortamda olmaktan sadece tahrik olan hemcinslerimle aynı havayı solumak tahammül edilmez bir şeydir benim için.