Ülkemiz ölmek için her gün yeni yollar yaratan yere nasıl dönüşüyor?


Kadına şiddetin artık vahşet boyutuna ulaştığı ülkede akıllara durgunluk veren bir diğer haberi Kadıköy Yeldeğirmeni’nden aldık. Esnafın biri dükkânının camına gelen kartopunu bahane ederek oyun oynayan insanlara saldırdı ve bir gazeteciyi kalbinden bıçaklayarak öldürdü.

Bu cinayetin en acı ve düşündürücü boyutuysa adam öldüren kişinin soğukkanlılıkla ortaya çıkıp “benim şizofren raporum var, yarın çıkarım!”diyebilmesidir.

Yani yaptığından en ufak bir pişmanlık duymuyor; çok kısa bir sürede toplum hayatına, orada yeni katliamlar yapmak üzere geri döneceğini biliyor.

Döner de.

Geçen hafta Galatasaray LH Basketbol takımı koçu Ergin Ataman, 19 yaşındaki oyuncusunu soyunma odasında dövmesinin ardından gelen tepkilere de benzer bir açıklamayla cevap verdi. “Orası benim yatak odam, ister severim, ister döverim, istersem de .”

Ataman bu ülkenin yeni gerçeğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyordu. Kendisine en büyük destekse Galatasaray Kulübü’nün hukukçu başkanından geliyordu.

Ona göre ortada abartılacak bir durum yoktu ve olayı medyaya yansıtmak, aile içinde çözmek yerine federasyona şikâyet etmek çok büyük bir hataydı. Yani dayak yiyen hatalı bir tavır sergilemişti.

Nihat Doğan bir taraftan toplumsal bir tecrit izole edilirken diğer yandan hayran kitlesinin desteğini alıyor olduğu da ülkemizin tuhaf ancak gerçek diyeceğimiz türden bir vakasıdır.

Fiil ne kadar tepki duyulacak derecede korkunç olursa olsun eylem içindeki kişi bundan rahatsızlık duymuyorsa hatta yaptığı toplumun bir kesimi tarafından da kabul görüyor, destekleniyor ve normalleştiriliyorsa o zaman ortada tartışılması gereken yepyeni bir durum çıktığı gerçeği vardır.

Toplumsal anlamda bir değişimin travmatik bir dönüşümün habercisi olmalıdır bu olaylar.

Sağlıklı toplumlar ya da sağlığını korumak isteyen insanlar bu ve benzer durumlar karşısında tepki verir.

Toplum, alışılmadık, tamamen egoizme veya belli bir kesimin keyfine dayanan bu hal ve davranışları aslında reddediyor. Bünyesine almak istemiyor, direniyor.

Gezi Olayları toplumun bu anlamda ortaya koyduğu en önemli karşı duruş, direniş hareketi, gösterisiydi. Peşinden bir dizi artçısını da geldi.

Bu olaylar sadece ülke içinde değil uluslararası platformda dikkatle izlendi, değerlendirildi.

Toplum tepki gösterip direndikçe bu travmatik durumu normalleştirmek isteyen devlet aygıtını karşısında buldu.

Oysa devletin tam da toplumla uzlaşacağı, mutabakat sağlayacağı bir ortam oluşmuştu.

Kuşkusuz toplumsal tepki biçim olarak da içerik olarak da devlete karşıdır; çünkü kendisini yöneten, yönlendiren aygıtı sorguluyor ve değiştirmeye çalışıyor.

Devlet toplumdan gelen her tepkiyi, sorgulamayı ve eleştiriyi karşılık verilmesi gereken bir durum olarak algılar ve davranırsa o zaman çelişkiler büyüyecek; bunun toplum katmanlarındaki yansımaları da aynen yaşanan örnekler gibi olmaya başlayacaktır.

Devletimizin bu duruma bulduğu çözüm nedir?

“İç Güvenlik Paketi” adı altında toplumu çok daha baskı altına alacak, gerilimi yükseltecek, tam da ondan gelen sesi dinlemek yerine kesmeyi amaçlayan bir dizi önlemler alan bir yasadır gündeme taşınan şey.

Peki, süreç nasıl işleyecektir?

Öncelikle bu yasanın kamuoyunda tartışılmasının önüne çeşitli önlemler alınacaktır. Bu kadar önemli bir değişikliğin her türlü basın ve yayın organında her yönüyle konuşulması gerekir değil mi? Normal olan budur. Ancak süreç bir oldubitti içinde belki de gündeme başka başka olaylar serpiştirilerek basit bir prosedür haline getirilecektir.

Konunun en önemli tartışma merkezi olması gereken yeri Meclis’te durum nasıldır?

Önce gizli oturum kararı; peşinden de yaşanan kimsenin ne olduğunu anlayamadığı, bazı milletvekillerinin kafasının yarıldığı, kimisinin kaburgasının kırıldığı, izlenmesi güç bir telefon kaydında kürsünün etrafının sarıldığı, o telefon kaydını yapan kişiye yönelik saldırı girişimlerinin olduğunun görülmesi.

Gazeteler olayı nasıl görür: Mesliste kavga: 5 milletvekili yaralı!

Ertesi gün bir milletvekili meclise kask takarak gelecektir.

Yasayı geçirmeye çalışan partinin olan bitenle ilgili açıklamaları da Zaytung ayarındadır; “kaburgası kırılan milletvekili kendisi düştü, darp edildiği iddia edilenlerse aslında kendi aralarında tartıştılar. İki kadın milletvekili kürsüye çıkıp kendi göğsünü yumrukladı.”

Yine bir normalleştirme, kanıksatma veya bütün sorumluluğu karşı tarafa yükleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız.

İç Güvenlik Paketi’ni yasalaştırmak isteyen meclisin kendisinin bile bir güvenlik sorunu haline geldiği bir ülkede yaşıyoruz.

Bu ülke 2003’te, 2007’de iç güvenlik paketiyle mi yönetildi?

12 Eylül 2010 günü bir grup sol liberalin ifadesiyle “yetmez ama evet” denilen anayasa değişikliği referandumunun geri planında iç güvenlik paketi mi vardı?

2011 ve 2014 seçimleri bu kanunla mı yapıldı?

Türkiye Gezi Olayları sırasında bu iç güvenliğe ait düzenleme yokken bir şey mi kaybetti?

Ne değişti?

Değişen toplum mu yoksa iktidar mı?

Her ikisi de değiştiyse ve zaten bunlar birbirinin neden sonucuysa birbirini anlamak yerine neden daha da uzaklaştırılmaya çalıştırılıyor ki?

Bu tutum, anlayış, davranış ve kuşkusuz politikalar kalıcı hale getirilmeye devam ederse o zaman maalesef ülkemiz her gün ölmek için yeni yollar yaratan bir yer olmayı sürdürecektir.

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: