Alman denizaltıları İngiliz yolcu gemisine 30 dakika mesafededir. 500 kişilik yolcusu bulunan gemi Atlantik’te yoluna devam ederken biraz sonra kendisini bekleyen gelecekten habersizdir. Alman denizaltılarının bu gemiyi hedef aldığıysa az önce Almanların kullandığı Enigma Makinasını kıran İngiliz şifre çözücülerinin ekip lideri olan Alan Turing tarafından çözülmüştür.
Şimdi ortada bir sorun, ikilem vardır; ya 500 kişiyi taşıyan gemiyi kurtarmak için bütün savaşın seyrini değiştirecek Enigma Makinası’nın şifresinin çözüldüğü açığa çıkarılacak ya da gemi içindekilerle birlikte feda edilecek, şifreleme sisteminin çözüldüğü gerçeği saklanacaktır.
Ekip tercihini gemidekileri kaderine terk etme yönünde kullanır.
Çünkü eğer Almanlar şifreleme sisteminin çözüldüğünü fark ederlerse yıllar süren büyük uğraşlar çöp olacak, bu arada artık attıkları her adım sabahtan itibaren izlenebilir hale gelen Almanlar yenide kendilerini bir sis perdesinin içine gizleneceklerdir.
Enigma’nın şifresinin kırılması sayesinde savaşın en az bir yıl, belki de iki yıl erken sonuçlandığı iddia ediliyor. Bu da yaklaşık 10-14 milyon insanın hayatta kalması anlamına geliyor.
Sanırım tarih böylesi fedaların birileri tarafından önceden bilindiği kimileri için kader, başkaları içinse oyun olarak yaşanmaya ve oynanmaya devam ediyor.
11 Eylül buna çok güzel bir örnek olmalıdır!
Yapay bir oyundur tarih!
The İmitation Game bu sene aday olduğu Oscar ödüllerinden sadece en iyi senaryo uyarlaması ödülünü alabildi.
Film bir taraftan insan zekâsına eşdeğer düşünebilen makine anlamına gelen bilgisayar biliminin kurucusu Alan Turing’in hayat öyküsünü anlatırken diğer yandan da tarihin yapay oyun tarafını gözler önüne seren gerçeğini anlatıyor bize.
Ortada birbirinin içine geçmiş bir sürü dram ve trajedi var.
Bir matematik dehası olan Alan Turing bu ayırt edici özelliği sayesinde ortalama diyebileceğimiz diğer insanlarla iletişim kuramaz. Bunun çeşitli nedenleri vardır, hem onların düşünme sistematiğini basit görmekte hem de gerçekten sosyal iletişim sorunu bulunmaktadır.
Eşcinselliğini gizlemek zorunda olması ona bir başka paradoks yaşatmaktadır. Zekâsına güvendiği ve ekibinde olması gerektiğine inandığı Joan Clark ile istemese de nişanlanmak zorundadır.
Diğer taraftan bilim yapmak istemektedir, kafasında düşünen makine projesi vardır ve bunun için de her türlü bedeli ödemeye hazırdır.
Onun kibirli, taviz vermez duruşundan hizmetinde bulunduğu devlet yetkilileri dâhil çalışma arkadaşları da nefret etmektedir ve başarısız olması için ortam kollamaktadır.
Hatta Sovyet ajanı olduğu bile iddia edilir.
Bütün bunların toplamından sağlıklı bir insan çıkması mümkün değildir.
Bütün bu çelişkiler hayatı boyunca peşini bırakmayacağı gibi sonunu da hazırlayacaktır. Eşcinselliği ahlaksızlık olarak değerlendirilecek ve hem akademik hayatı son bulacak hem de birkaç sene sonra sonu ölüme varacak bir tecrit ve cezalandırma yaşayacaktır.
Ölümünden tam 50 yıl sonra İngiltere hükümeti Alan Turing’e yapılanın korkunç bir haksızlık olduğunu kabul edecek itibarı iade edilecektir.
Dünya tarihi çağında değeri anlaşılamamış nice değerin sessiz dramı, trajik çığlığıdır aynı zamanda. Kimi varoluşunu sürdürebilmek için Alan Turing gibi hadım edilmeyi bile göze alacak tavizler vermeye razı edilirken, kiminin yaşadığından haberimiz bile olmuyor.
Çünkü tarihi yazanlar ve ona çağında egemen olanlar her zaman bambaşka niyet ve amaçlara sahip olanlardır.
Filmde İngiliz Gizli Servisi’nin Alan Turing’in ekibine bir Sovyet ajanı yerleştirdiğini görüyoruz. Bu ajanın varlığı sayesinde İngilizler tek bir taşla birden fazla kuşu hedef alabiliyorlardı. En önemlisi Sovyetlere giden istihbaratın niteliğini belirlemeleridir ki bu paha biçilmezdir. Aynı zamanda ekibin içinde bir casus olduğu algısı yaratıp bu şekilde herkesin birbirinden şüphelenmesini ve Alan Turing üzerinde baskı oluşturmak çalışmaların birçok koldan izlenmesini ve kontrol altına alınmasını sağlayacaktır.
Marks’ın çok güzel ifadesiyle görünenle öz aynı olsaydı bilim olmazdı diyor; neyin gerçek neyin sanal ve yapay olduğunu ayırt edebilmek de hayatı farkındalıkla yaşayabilmenin çok zor sürecidir.
Bu nedenle her şeye şüphe ve merak duyarak yaklaşmak insan varlığının geleceği açısından önemlidir, bugün belki geçmişten çok daha fazla.
Filmin başrolünde oynayan Benedict Cumberbatch‘ı sinemanın önemli oyuncuları arasında önümüzdeki dönemde izlemeyi sürdüreceğiz. Rolünün hakkını başarıyla yerine getiriyor.
Keira Knightley giderek tek tip roller oynayan bir sanatçıya dönüşüyor, sanırım kendisini çok daha farklı rollerle geliştirmeyi denemelidir. Neden Oscar’a yardımcı kadın rolü için aday olduğu ise bana göre muammadır.
Bence bu ödül için en uygun kişi Jullian Moore’a en iyi Kadın Oyuncu Oscar’ı kazandıran Unutma Beni (Still Alice) filminde kızı rolünü oynayan Kristen Stewart olmalıydı. Ancak Akademi tercihlerini çok farklı şekillerde kullanıyor.