“3 Temmuz” Türkiye’nin samimiyetsizliği, ikiyüzlü tutumudur.


Türkiye’de en kolay şeydir suçlu yaratmak; kimin suçlu kimin masum olduğunu zamanında değil, ancak yıllar sonra gelen itiraflarla anlayabilirsiniz. Suçlu diye astığınıza gün gelir anıt mezarlar yaparsınız, zamanında kahraman ilan ettiklerinizin cenazesine tabutunu taşıyacak adam bulamazsınız.

Bunun temelinde yatan sebepse bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak yatar.

Manşetlerle düşünürüz.

Hayata ilişkin hep özlü sözlerimiz vardır.

Aforizmaları seferiz. Ancak o sözlerin ne zaman hangi amaç için söylenmiş olduğuyla hiç ilgilenmeyiz.

Her olaya uygun çok anlam ifade eden Temel-Nasreddin Hoca fıkralarımız; ancak bunların tek başına bir işe yaramadığını nesiller boyu fark edemeyiz.

Türkiye’nin son yıllardaki en büyük çelişkilerinden ve samimiyetsizliklerinden biridir 3 Temmuz süreci.

Ergenekon, Balyoz, Odatv vb. benzer önemli davalara karşı tutum sergileyenler, bu operasyonları yöneten güvenlik güçlerinin, davalara bakan savcı ve hâkimlerin gerçekleştirdiği 3 Temmuz operasyon ve davalarını coşkuyla karşıladı.

Ergenekon, Balyoz, OdaTV vb. davaların görüldüğü Özel Yetkilendirilmiş Mahkemelerin belli bir amaca hizmet ettiklerini yazan, çizen, yorumlayanlar, ısrarla bu sürecin en önemli davası olan 3 Temmuz yargılamasını görmezden geldi.

Bu Türkiye’nin samimiyetsizliği, ikiyüzlü tutumudur.

Bir olay, olgu kendisini sürekli yineliyorsa orada bilimsel bir vaka vardır. Türkiye bu gerçeği, gördü yaşadı. Ancak birbirini sürekli tekrar eden bir olayı ısrarla görmezden geldi ya da içeriğini değiştirdi.

Çünkü Türkiye’de konu Fenerbahçe olduğunda insanların gözlerine bir perde iner veya şartlandırılmış, önyargılı bakışları bilginin, doğrunun, adaletin önüne geçer, vicdan ve merhamet duygularını yok eder.

Merdan Yanardağ Liberal İhanet isimli bir kitap yazıyor ve son 12 yılı tüm çarpıcı olaylarıyla masaya yatırıyor ama kitabın içinde 3 Temmuz yok!

Neden? 500 bin kişiyi Bağdat Caddesine dökmüş bir süreci, Türkiye’nin bir fikir ve eylem adamı nasıl göremez?

Göremez değil, görmek istemez diyeceğiz burada!

4 Nisan gecesi Trabzon’da Fenerbahçe’nin uğradığı silahlı saldırı sonrasında da Türkiye olayı yine bu çerçeveden gördü değerlendirdi.

Radikal Blog’da 5 Nisan 2015 tarihinde yayınlanan “Ligler ertelenmeli mi?” (*) başlıklı yazıyı yazan İlhan İlmenöz nedense 12 Mayıs 2012 tarihinde oynanmış Fenerbahçe-Galatasaray Süper Finali sonrasında yaşananları gösteren fotoğrafı koymayı tercih etmişti görsel malzeme olarak.

Şimdi de yazısından birkaç önemli cümleyi alalım.

“Evet ligler ertelenmeli ama bu çok geç alınmış bir karar olmaz mı? Aslında ligler çok daha önce ertelenmeliydi. Örneğin; 

4 Temmuz günü ligler ertelenmeliydi. Şikeye bulaşmış tüm takımlar küme düşene kadar ligler ertelenmeliydi. 

UEFA Disiplin Kurulu-CAS-İsviçre Federal mahkemesi  “şike yapılmıştır” kararı verdiği gün, şike yapanlar ceza alana kadar ligler ertelenmeliydi. 

Kadıköy sokaklarının savaş alanına döndüğü, ortalığın yakılıp yıkıldığı gün ligler ertelenmeliydi.”

Ne güzel değil mi, nasıl olduğu, sonuçlandığını bilmeden, zaten herkesin bir şekilde şartlandığı bir süreçle ilgili ezberden böyle cümleler kurmak?

Zamanınız varsa, eğer öğrenmek istiyorsanız 3 Temmuz sürecinde neler yaşanmış çok çarpıcı bir sonuçtan hareketle paylaşmak istiyorum.

3 Temmuz…

Daha saat 8.30’da Fenerbahçe suçlu ilan edilmiş, Aziz Yıldırım yüz yılın en büyük suçlusu diye ekranlarda boy boy gösterilmişti. Birkaç gün sonra eşkâl fotoğrafı gazetelerin birinin manşetine çıkacak, o haber de Cemiyet tarafından yılın gazetecilik olayı diye ödüle layık görülecektir.

Evet, 3 Temmuz diye bir Operasyon oldu, Davası görüldü, sanıklar suçlu bulundu, UEFA, CAS ve İsviçre Federal Mahkemelerinden de farklı soncular çıkmadı.

Bütün yasal süreçlerden Aziz Yıldırım ve yöneticilerin şike yaptığı veya teşebbüste bulunduğu yönünde kararlar çıktı.

Hüküm sabitti, Fenerbahçe suçluydu.

Öyle miydi?

Süreci incelediğim “3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” kitabının girişinde çocukken başımdan geçen bir anıyı anlatmıştım. Kitabı okumuş olanlar hatırlayacaklardır.

Yıllar önce, büyük bir ihtimalle 11 yaşındayken evimizin arka bah­çesinde benden bir yaş küçük arkadaşımla toprak kazıyorduk.

Kazı sırasında bir madeni para buldum. Üzerinde 1 cent yazıyordu. Her ikimiz de çok heyecanlanmıştık.

Öylece saf saf bakarken arkadaşım parayı elimden aldı ve oradan kaçarak uzaklaştı.

Bir süre sonra sokakta yeniden bir araya geldik.

Annelerimiz pencereden bizlere bakıyordu; arkadaşım annesine az önce benden çaldığı parayı gösteriyor ve nasıl bulduğunu anlatıyordu.

Canım çok sıkılmıştı ve ona saldırmak istiyordum.

Sonra onun bana yaptığı şekilde bir boş anını yakaladım ve parayı elinden aldım.

Ancak çok daha büyük bir sorun ortaya çıktı. Çocuk bütün sokağı ayağa kaldıracak şekilde bağırmaya başladı ve beni ‘hırsız’ ilan etti.

Annem bile “oğlum çocuğun parası versene” diye azarladı beni.

Ne kadar “parayı benim bulduğumu, bana ait olduğunu” anlatmaya çalıştıysam da kimseyi ikna edemedim.

Hırsız kimdi?

Çaresizce ona iade ettim. (**)

3 Temmuz süreci boyunca hep bu hatırayı hatırladım nedense…

3 Temmuz yargılamasında adalet gerçekten sağlandı mı, yoksa her şey kitabına uygun hale mi getirildi?

Hiç mi merak etmediniz?

Operasyona konu olan süreçte 6222 Sayılı yasanın çıkması bir tesadüf müydü?

Peki diyelim ki bu zamanla bakımından üst üste çakıştı. 3 Temmuz yargılaması sonucu birçok kişinin mahkûm olmasını sağlayan 6222 Sayılı yasanın 11/1. Maddesi nasıl bu düzenlemenin içine girmişti?

Ne diyordu bu madde?

“Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.”

Bildiğiniz 141-142 benzeri fikir suçunu tarif ediyor!

Ceza yargılamasında, mahkeme sanığın %1 bile masum olma ihtimali varsa bunu sanık lehine kullanmak zorundayken ve iddia makamı yani savcılık suçun sabit olduğunu %100 ispatla görevliyken nasıl olmuştu da bu maddeyle yargılama bir kanaate, yoruma dayandırılır hale getirilmiştir?

Özel Yetkilendirilmiş 16. ACM’nin gerekçeli kararını okuyalım mı?

“6222 sayılı Yasanın 11/1-son maddesine göre, “Kazanç veya sair menfaat temini hususunda anlaşmaya varılmış olması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.” Buna göre; şike suçunun, şike anlaşmasının yapıldığı anda tamamlandığı, kazanç veya sair menfaatin temin edildiği anda ise suçun sona erdiği; teşvik primi verme suçunun da verildiği veya verileceği yönünde vaatte bulunulduğu anda sona erdiği, bu itibarla şike/teşvik primi suçunun tamamlanması için, ayrıca suça konu müsabakanın anlaşma doğrultusunda sonuçlanmış olmasının gerekmediği, bir başka anlatımla şike/teşvik primi anlaşmasının sahaya yansımış olup olmadığının bir öneminin bulunmadığı, dolayısıyla şike/teşvik primi anlaşmasının sahaya yansıyıp yansımadığı hususunda bilirkişi incelemesi yaptırılması yönündeki taleplerin usul ve yasaya uygun olmadığı, yine dosya kapsamı itibariyle Fenerbahçe Spor Kulübünün mali durumu hususunda Vergi Müfettişi Nusret Bulut tarafından düzenlenen 26/03/2012 tarih ve 2012-B-528/1 sayılı ile İçişleri Bakanlığı Dernekler Denetçileri tarafından düzenlenen 23/09/2011 gün ve E.A 15/37, M.A 37/6 sayılı raporlar ve içeriği itibari ile kabul edilen iletişimin tespiti tutanakları karşısında ayrıca söz konusu kulübün para hareketleri yönünden bir bilirkişi raporu alınmasına gerek bulunmadığı,

Bu metin bize şunu gösteriyor.

Mahkemenin eline bir yasa verilmiştir. Yasayı hâkim bu şekilde yorumlamış, Yargıtay da mahkemenin yasa ile uyumlu bir yargılama yapıp yapmadığı kontrol etmiş ve onamıştır.

Yani, sanıklar şike yapmak üzerine düşünmüş olup, aralarında böyle bir telefon görüşmeleri yapmış olsalar bile, bunu sonuçlanıp sonuçlanmadığına bakmaksızın yasa gereği suçlu durumuna düşmüşlerdir.

Hâkim, kendi el yazısıyla belirtiyor, herhangi bir bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yok, maçların nasıl oynandığı ile ilgilenmiyorum, para ilişkisi var mı yok mu, umurumda bile değil, siz aranızda bir takım konuşmalar yapmışsınız ve ben bunun yasaya göre suç olduğuna kanaat getirdim ve suç hükmünü kestim.

Bu kadar!

3 Temmuz yargılamasına dair zaten bizim en önemli eleştirimiz de buydu.

Ben bir kişi olarak Özel Yetkilendirilmiş Mahkemede yargılanan bu büyük devasa “silahlı” organize suç örgütünün eylemlerini nasıl gerçekleştirdiği, kimlerle ilişkiye girdiği, hangi oyuncuları kaç paraya bağladığını öğrenip, Fenerbahçe’yi bu duruma düşüren Başkan ve Yöneticilerinden hesap sormak istiyordum.

Çünkü 3 Temmuz ve sonrasında Aziz Yıldırım’ın tutuklandığı 10 Temmuz güne kadar geçen sürede medya bize böylesi büyük bir suç örgütünün tarifini vermişti.

Oysa organize suç örgütlerini ortaya çıkarması için kurulan ve Türkiye’de bir daha böylesi olayların yaşanmaması adına en detaylı yargılamayı yapması gereken adalet gücü yasanın ilgili maddesi gereği soruşturmayı derinleştirmeye gerek görmüyor.

8 Ay teknik takip sonucu operasyona dönüştürülüp, 93 kişinin yargılandığı dava 14 Şubat 2012 günü başlayıp, 23 duruşma sonunda 02 Temmuz 2012 günü bu şekilde karara bağlanmıştır. Yani duruşma başına 4 kişi yargılanmıştır.

Böylesine karmaşık ilişkilerin olduğu, mutlaka para alış verişinin yaşanmış olması gereken sürecin içinde kim ne yapmış “tarlayı sürdüler” cümlesinin içine sıkıştırılıp, Fenerbahçe’nin tarihine leke sürülmüştür.

Geçen hafta Balyoz Davası tüm sanıkların beraatıyla sonuçlanırken, en önemli neden, bu dava için oluşturulmuş sahte delillerdi.

Şimdi yargı bu delilleri oluşturanların peşine düştü.

3 Temmuz Davası yeniden yargılanıyor ve nasıl sonuçlanacağını bilemiyoruz.

3 Temmuz sürecinde çok büyük bir fırsat kaçırılmıştır. Çok iyi biliyoruz ki Aziz Yıldırım iddianame ortaya çıkınca çok sevinmişti. Çünkü ortada hiçbir şey yoktu. Dahası bu yargılamanın genişletilmesinden başka sonuçlara ulaşmak da mümkün olacaktı.

02 Temmuz 2012 günü yargılama bittiğinde tüm Türkiye’nin bu hesabı sorması gerekiyordu.

Neden davayı derinleştirmediniz? Yangından mal mı kaçırıyordunuz?

UEFA kendi marka değerini korumak adına adı şaibeyle karışan Fenerbahçe’ye cezayı vermiştir. Onun verdiği bu ceza Fenerbahçe’nin suçlu olduğunu kanıtlamaz. Bu bir sonuçtur. Peşinden CAS sürecinden de bir şey çıkması zaten beklenmiyordu.

Geçtiğimiz günlerde İtalya’dan bir haber geldi. İtalya Federasyonu 2005-06 yıllarında adı şikeye karışan Juventus’un itibarını ve şampiyonluklarını iade etmek şartıyla Juventus’un açtığı 500 Milyon Euro tutarındaki tazminat davasını geri çekmesini teklif etti.

Önümüzdeki günlerde Fenerbahçe’nin de benzer davalar açıp açmayacağını bilmiyoruz.

Yani sıcak evinizde oturarak, manşetlerde yazanlarla, bilginin özüne inmeden “şikeye bulaşmışlar küme düşürülmeliydi” şeklinde üst perdeden akıl vermeler ancak Türkiye gibi sabun köpüğü gerçeklere inananlara hitap edebilir.

Çamuru atsınlar, peşinden biz pisletmeye devam ederiz.

Şike insanların zihinlerindeki gerçektir. En acı tarafı da budur.

Kirli algıyla zihinleri teslim olmuş bir toplum haline geldik. Her şekilde yönlendirilmeye hazırız.

Çünkü en önemli şey olan düşünme özgürlüğümüzden kaçıyoruz.

 

(*)http://blog.radikal.com.tr/spor/ligler-ertelenmeli-mi-95765

(**) 3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi – Uzay Gökerman S.20

Daha detaylı bilgi için:

http://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-uefa-kacsa-da-fenerbahce-pesini-birakmayacaktir–1858451-skorer-yazar-yazisi/

http://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-aziz-yildirim-neden-ozel-yetkili-mahkemede-yargilandi–1826023-skorer-yazar-yazisi/

http://www.milliyet.com.tr/uzay-gokerman-yargitay-kararinda-cevapsiz-kalan-detaylar-1823802-skorer-yazar-yazisi/

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: