22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP%47’lik bir oy aldığının hemen ertesinde“Mutlak İktidara dönüştü” şeklinde bir başlık atmıştım.
Bu Türkiye‘de daha önce görmeye alışkın olmadığımız türden bir sonuçtu.
Ve yine o gün yazıda altını çizdiğim olgu da ilginç; “önümüzdeki seçimlerde barajın % 5’e çekilmesinin çok daha demokratik ve rasyonel olacağını düşünüyorum.”
Ancak ne 2011’de ne de 2015 seçimlerinde bu baraj düşürülmedi.
AKP’yi iktidara taşıyan %10’luk bu baraj gerçeği 7 Haziran gecesinde dramatik bir şekilde Mutlak İktidarına da son veren çok güçlü bir seçim kozu oldu.
Türkiye’ye dördüncü siyasi yapı, parti armağan etti.
Demokrasilerde her türlü engel aşılır.
Bunu en iyi AKP’nin bilmesi ve hesap etmesi gerekiyordu; AKP kendisine demokratik yaşam hakkı vermeyen sisteme rağmen bir varoluş mücadelesinin içinden geldi.
28 Şubat!
AKP hala 28 Şubat ile hesaplaşma içindedir. Nedir 28 Şubat gerçeği?
En güzel ifadesiyle, Çevik Bir’in “1000 yıllık bir düzen kurulduğu” ilanında görebiliriz. Özellikle Refah Partisi’nin hükümet ortağı olarak iktidara çıkması Türkiye’nin bütün alarm zilleri çalmış ve yakın şeriat tehdidinin ortadan kaldırılması için bir dizi önlem alınmıştı.
Sonu Recep Tayyip Erdoğan‘a kadar uzanıp, kendisini seçim yasaklısı yapacak cezaevi süreci de 28 Şubat’ın bir parçasıydı.
Başörtüsünün Meclis’e sokulmaması da bir başka tartışma konusuydu.
Sezer’in 2007’de görev süresinin tamamlanmasıyla yeni Cumhurbaşkanlığı seçimindeki 367 milletvekili tartışması ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçtirilmemesi için yapılanlar da 28 Şubat’ın uzantısı olarak görüldü ve algılandı.
AKP bu sürecin içinde bir de kapatılma tehlikesi atlattı.
Bütün bu mağduriyetlerin toplumda çok önemli duyarlılıklara neden olduğu bilinen bir gerçektir. Bunların karşılığında yazılan tek bir ifade vardı; mağduriyet.
İşte 2007’de AKP’yi Mutlak İktidar yapan gerçek buydu ve Cemaatle birlikte 17-25 Aralık Sürecine kadar Türkiye’de bu mağduriyete sebebiyet verenlerle bir hesaplaşma yaşandı.
Peşinden de bir “Yeni Türkiye Projesi” ortaya atıldı.
Kuşkusuz yeni bir sistem, düzen, yapı kurmak, bunun için çalışmak yanlış değildir. Hatta hayatın temelinde değişim, dönüşüm, yenilenme vardır. Yenilenmenin olmadığı yerde kokuşma başlar, yaşam durur.
AKP’nin Yeni Türkiye Projesi bir uzlaşma, tartışma sonucu ortaya çıkmış ortak mutabakat içermiyordu. Aksine toplumun önemli bir bölümü bunu bir dayatma, yaşam alışkanlıklarına müdahale ve tehdit olarak algıladı.
Türkiye top yekûn Gezi Olayları sırasında tepkisini Mutlak İktidara net bir şekilde gösterdi. İktidar da tepkiye reaksiyonel bir şekilde tavır aldı.
Burada İktidarın görmesi gereken tek bir şey vardı; toplum değiştirmeye çalıştığımız şeye karşı duyarlılık gösteriyor, kabul etmiyor.
İşte bu İktidar paydaşlarının 28 Şubat’ta kendilerine dayatılandan farklı bir şey değildi.
Demokrasinin özü oy çoğunluğunun bir hegemonyaya dönüştürülerek toplumun tamamının o çoğunluğa tabi kılınması değildir.
Demokrasilerde o çoğunluğun oluşmasına çeşitli unsurlar sebebiyet vermiş olabilir. Çoğunluk dönemsel veya kısa süreli bir vekâlet anlamı da taşıyabilir.
Demokrasi aksine içeriğinde uzlaşma arar, ister.
Bu nedenle demokrasilerde hükümetlerin önemli bir bölümü koalisyonlara dayanır. Çünkü toplum parçalı bir yapıya sahiptir ve özünde görülmesi gereken şey bunun bir zenginlik olduğudur.
Demokrasiyi ne şekilde anlıyor, algılıyorsanız onu kullanma biçiminiz de bu olur.
Demokrasi bir araç mıdır?
Belli bir hedefe ulaşmanın bir yolu mudur; yoksa ortak yaşama biçimini yerleştirdiğimiz temel bir mutabakat anlayışı mıdır?
400 milletvekili hedefinden önce 550 milletvekillik bir uzlaşma aramak ve Yeni Türkiye’yi bu şekilde kurmak, kurgulamak doğru değil midir?
400 milletvekiline ulaşmak için Türkiye’nin ayrılmaz bir olgusu olan ve 1991 yılında zamanın başbakanı Demirel tarafından resmen ilan edilip, tanınan Kürt Realitesini %10’luk bir barajın gerisinde bırakmak nasıl bir uzlaşma ve mutabakat anlayışı olabilir ki?
Bülent Arınç hala anlayamamış olacak seçim sonuçlarını “HDP koçbaşı oldu” diye görüyor ve yorumluyor.
Gerçekten çok anlamlı bir benzetme olmuş; wikipedia’daki anlamını okuyalım mı?
Koçbaşı, genellikle birkaç kişi tarafından elde taşınarak; vurarak kapı kırmaya, aralamaya ya da duvar yıkmaya yarayan silah. Geçmişte düşman ateşinden korunmak için kulübeye benzer tahta korunaklar içerisinde asılı olarak taşınan varyasyonları da kullanılırdı.
Neyi kimden koruyoruz ya da hangi kapının kırılmaması için çaba harcıyoruz?
HDP, AKP’nin kapısını kıran bir koçbaşı mıdır?
Ya AKP tarafından o kapının arkasında dışarıdan girilmesini engelleyen kilit görevi görüyorsa?
Hangi tarafından bakalım?
Aşılmamış bir kapı, kale duvarı, burç kalmış mıdır?
Demokrasi neden bir engele dönüşsün ki? Kimin için veya kimin adına olsun?
İşte toplum 7 Haziran’da bu anlayışı, yaklaşımı reddetti ve Mutlak İktidarı ortadan kaldırdı; üstelik aynen 2002 ve 2007’de AKP’nin karşı karşıya olduğu zihniyete ne yaptıysa o şekilde hareket ederek, göstererek.
Demek ki ortada yanlış bir şeyler var.
Çok açık değil mi?