Bundan tam 23 sene önce Güven Sazak Fenerbahçe Başkanı seçildiğinde babam biraz da geçmişteki bazı siyasi nedenlerden ötürü ortaya çıkan sonuçtan hoşlanmamış, Yönetimin kısa sürede ayrılması adına Fenerbahçe futbol takımının başarısız olması için beklentiye girmiş, takımı desteklemekten de vazgeçmişti.
İnanamıyor dahası anlayamıyordum!
Hayatımda ilk defa babamla sert tartışmaların içine girdim. Onu suçladım. Dedemin bize bıraktığı mirası nasıl böyle yok sayıyor olduğunu yüzüne vurdum.
Okuyanlar bilirler “3 Temmuz ve Fenerbahçe İdeolojisi” isimli eserim, Fenerbahçeli olmamın asıl nedeni dedeme ithaf edilmiştir. 1976 yılının bir Temmuz günü aramızdan ayrıldığında daha yedi yaşındaydım. O evden uzaklaştığında çalışma masasına gider, aldığı notları, Fenerbahçe ile ilgili tuttuğu istatistikleri, spor dergilerini incelerdim.
Onunla maç izlemek de başka bir serüvendi. Küçücük bir çocukken dedemin televizyon başında karşılaşmanın heyecanı ile nasıl yerinde duramadığına bakar, üzüntüsü ve sevincinde döktüğü gözyaşlarını anlamaya çalışırdım.
Bir insanın sevdiğine tutkuyla bağlı, nasıl yaşanacağını bana dedem öğretti.
Hayatta en az bir şeye böylesine tutkuyla bağlı olan insanların sevgiyi gerçekten gönülden yaşayacaklarına inananlardanım.
Küçük bir not; dedem, kendi döneminde kısa bir süre Fenerbahçe genç takımında da forma giymiş olduğunu belirtmeliyim.
Rüştü Dağlaroğlu’nun kitabında Fenerbahçe boks şubesiyle ilgili aldığı notlarda yazan “boncuk” Sermet de dedemin kardeşidir.
Osmanlı’nın son çeyrek yüzyılından tüm Cumhuriyet yıllarına İstanbul’da Fenerbahçe ile yaşamış bir aile geleneğinden geliyorum.
1993 yılında “Yönetim bırakıp gitsin” diye Fenerbahçe’nin başarısızlığını beklemek ulaşılması çok kolay bir hedefti.
Çünkü Fenerbahçe zaten 1980’li yılların ortalarına doğru gerilemeye başlamış, içine düştüğü ve zaman zaman bugünkü gruplaşmaları andıran bir süreç yaşıyordu.
1989 yılındaki 103 gollü şampiyonluğun bu kadar unutulmaz olmasının nedeni aslında o yıllardaki en büyük ve sportif tek başarı olmasıdır.
Maalesef kalıcı olamamıştır!
1986 ile 1996 yılları arasında Fenerbahçe sadece 1989 yılında şampiyonluğa ulaşabilmişti.
Arada kalan zamanlar Fenerbahçe için tahammül edilmesi çok zor yıllardır.
Şampiyon olduğu o yıl Beşiktaş’ı 2-1 yendiği son final karşılaşmasından sonra tam üç yıl Beşiktaş’a karşı gol bile atılamadan alınan ağır yenilgiler tüm Fenerbahçelilerin hatırlamak istemediği maçlardır. 1992’te Osieck’in çalıştırdığı yıl Uche’nin attığı son dakika golüyle yine 2-1 ile biten maçla bu seri sona erdiğinde tüm Fenerbahçelilerin nasıl sevindiğini bilirim.
1990 ile 2000 yılları arasında da Fenerbahçe’nin sadece tek şampiyonluğu vardır.
Yani 1986 ile 2000 yılları arasında 14 yılda iki defa mutlu son yaşamıştır Fenerbahçe; 1998’de Aziz Yıldırım başkan olduğunda, bunu söylerken fazlasıyla rahatsızlık duyuyorum ancak “sefil” bir durumdaydı.
Bugünlerde kimilerinin ağzında fazlasıyla pelesenk olan “al ısıtılmış stadyumunu bize eski stadyumumuzu ver!” sözüne karşılık; o yıllarda bilet kuyruklarında ve yağmurlu havalarda Maraton tribünü giriş sırasında yaşanan eziyetlerde insanların nasıl feryat ettikleri hala kulaklarımdadır.
Kimse sahte nostaljiler yapmasın; katlanılması çok zor zamanlardı.
20’li ve kısmen 30’lu yaşlar süren ve aslında Fenerbahçe’nin daha çok son 15 senesiyle ilişkisi olan başarılara alışmış, mutlu gün Fenerbahçelileri yaşamadıkları için bilmezler milenyum öncesinde Fenerbahçe ortaçağı andırıyordu.
Fenerbahçe dediğiniz de sadece futbol takımından ibaretti.
Basketbol takımının şampiyonluğun olduğu 1991 yılını bir kenara koyarsak amatör branşlarda Fenerbahçe’nin herhangi bir dalda final oynadığını hatırlamıyorum bile.
Basketbol Fenerbahçe taraftarının 2006’dan sonra başarılarıyla takip ettiği bir daldı. Kuşkusuz yoktan var olmadı!
Hiçbir başarılı şube gibi!
Ancak yukarıda anlattığım genetik kotlarımız nedeniyle Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu bu durumdan ötürü bir gün olsun Fenerbahçe’nin yarışta olmadığı sezon onu desteklemekten ve takip etmekten vazgeçtiğim bir an bile hatırlamıyorum.
Bir anı ile bunun anlamını anlatmaya çalışayım.
Yine Fenerbahçe’nin çok kötü gittiği bir yıl Fenerbahçe Stadyumu’nda alınan kötü bir yenilgi sonrasında İnönü’de oynanan Sarıyer karşılaşmasında tribünler bugünkünün aksine yine tıklım tıklımdır ancak takım sahaya çıktığında tek bir alkış bile duyulmaz; çünkü taraftarı takımına ve futbolcularına mücadele etmediklerinden ötürü kızgındır. Attığı birinci golde dahi kimse sesini çıkarmıyordur. Ama ikinci golle birlikte o görkemli Fenerbahçe taraftarının gök gürültüsünü andıran ve ta karşı sahilde Üsküdar’dan yankılanan sesi duyulur.
Fenerbahçe taraftarı işte budur!
3 Temmuz günü bu tarihi gerçeklerden bihaber ve ne ile karşılaşacaklarını bilmeksizin Fenerbahçe’ye darbe yapmaya kalktılar. Tarihte eşi benzeri görülmemiş direniş işte böyle başlamış oldu.
Fenerbahçe’nin son 5 yılı asla normal değildir.
3 Temmuz’un ne olduğunu gerçekten idrak etmiş bir Fenerbahçelinin bugün her ne oluyorsa olsun temel meselesinin 3 Temmuz’dan başka bir yöne kaymasını anlamak mümkün değildir.
Son beş yılda hep bunu anlatmaya çalıştım, kitap yazdım.
Fenerbahçe tarihsel ve kalıcı bir şekilde 3 Temmuz ile hesaplaşmadığı, genel sportif ortamı değiştirmediği sürece yarın Yönetime kim gelirse gelsin yaşayacağı sorunlar geçmiştekinden farklı olmayacaktır.
3 Temmuz’dan sonra Fenerbahçe, Fenerbahçelilerin söz sahibi olduğu bir sivil toplum örgütü olmuştur.
Fenerbahçeli her ne sebep olursa olsun 3 Temmuz’da Fenerbahçe’nin yanında değil de tam da karşısında duruş sergileyenlerin peşinden gidecek bir hataya asla düşmemelidir.
Fenerbahçe Yönetimi’nin bu süreçte yapmış olduğu hatalar, aldığı yanlış kararların içinde bulunulan fiili durumdan bağımsız sadece Aziz Yıldırım merkezinde değerlendirilmesi büyük bir yanılgı hatta zaman zaman kandırmacadır.
Mutlak bir hesap vardır; bu hesabın ne olduğunu iyi sorun!
Rakip teknik direktörlerin zaman zaman çeşitli gazete, televizyon ve radyo muhabir ve yönetmenlerini toplayarak “bu kapıdan içeri girdikten sonra gazetecilik kimliklerinizi dışarıda bırakacaksınız” diyerek sezona dair genel algıyı nasıl yöneteceklerine ilişkin bilgilendirme yaptıkları, şampiyonlukların paylaşıldığı ve hatta rakip takımların motive olamadıkları, kalecilerinin toplara uzanmadığı, hakemlerin kolay penaltı düdükleri çalabildiği bir ortamda Fenerbahçe sanki her şey normalmiş gibi nasıl bir sportif rekabetin içinde olabilir ki?
Sen Fenerbahçeli, bunun hesabını sormadan öfkeni nasıl olur da bundan mağduriyet yaşayanlarda ararsın?
3 Temmuz’la birlikte mantar gibi bitiveren ve darbe algısını topluma yerleştirmeye çalışanların spor medyasında hâlâ görevli olduklarını nasıl unutursun?
Fenerbahçe kendi iç sorunlarına boğulmuş son 30 yılda olduğu gibi “nasıl kurtulacağına dair” çözüm önerilerinin havada uçuştuğu bir ortamda Galatasaray’ın Florya ve Riva arazileri üzerinden yeni rant kapıları aramasını medyanın nasıl “Galatasaray’da devrim gibi karar” şeklinde karşıladığını nasıl görmezden gelirsin?
Galatasaray’a Florya’daki arazisi karşılığında 250 dönüm arazi aranıyor oluşunu?
Sanılmasın ki Galatasaray’ın bu iş bilir yönetimini eleştiriyorum.
Hayır!
Galatasaray, Beşiktaş ve diğerleri kendi bilgileri, görgüleri ve yetenekleri çerçevesinde menfaatlerinin peşinde koşuyor.
Siz bunu eleştirebilirsiniz, hoşunuza da gitmeyebilir.
Bugün Medya’daki Galatasaray hegemonyası ya da MHK’daki fiili durum için de aynı şeyleri söylemek mümkündür.
Ancak sorun yine sizde düğümleniyor.
Hala sorunu Fenerbahçe’nin içinde Yönetimi ele geçirmede arayanların temel yanılgısı budur.
Sen Fenerbahçe Yönetimi ile hesaplaşırken diğer tarafta Galatasaray yekvücut geleceğini kurtarma projeleri üretiyor.
Benim gibilerin Yönetimlerle işi olmaz.
3 Temmuz direniş günlerinde Ankara’ya davet edildik, babam kardeşim ve oğlumu alarak miting meydanlarına koştuk. Hayatımda kalabalığın önüne çıkmışlığım yokken sadece Fenerbahçe çağırdığı için oraya gidip binlerce kişinin bağırışları arasında sesimi duyurmaya çalıştım.
Yarın yine Yönetimlerden bağımsız, doğruları ve sportif rekabetin içinde kalacak şekilde dile getirmeye devam edeceğim.
Dedem bana Galatasaray ve Beşiktaş ile dost olmayı ve yaşamayı da öğretti.
Bu nedenle spor yazarı olmaya çalıştığım sürelerde Galatasaray, Beşiktaş, Bursaspor, Trabzonspor’u takip edip, oyunlarını analiz ederken Fenerbahçeliliğimi işime karıştırmamaya gayret ediyorum. Çünkü sporu seviyorum. Sportif rekabetin içinde başarıyı hak edeni izlemeyi, onu tebrik etmeyi özlüyorum.
Ama biliyorum ki bu düzen değişmelidir.
Bu insanların kirli bir hesabı vardır.
Senin yapman gereken şey doğru soruları sormak olmalıdır!
Osieck 92’de değil 93’de geldi. Uche’nin golüyle gelen Beşiktaş galibiyeti 93-94 sezonu.