Aldatmak; kadının özgürleşmesi mi yoksa toplumun çözülüşü mü?


Ahmet Altan‘ın Aldatmak isimli romanını çıkar çıkmaz 2002 yılında okumuştum. Yazarın okuduğum tek kitabı olması nedeniyle edebi kişiliği hakkında derinlemesine tahliller yapmam kolay değil. Ancak bu eksikliği çok kısa sürede bilinen üç eserini okuyarak kapatmayı da kendime vazife edindim.

1923’te kurulmuş Cumhuriyet/kapitalizmin kendini bulması 90’lı yıllara rastlıyor. Aslında bu topraklarda yaşayan insanların 20. Yüzyılda yaşadığı kişiliğini ve ruhunu derinden etkileyen değişimler ucu günümüze kadar uzanan ayrışmaları, parçalanmaları da beraberinde getiriyor.

Kapitalizm bugüne kadar kentlinin ruhunu kavrayacak bir üstyapı kuramamıştır. Bunu edebiyatımıza bakarak anlamak mümkündür.

Başlarda daha çok köy hayatını anlatan eserler ön plandayken, 1970’li yıllardan sonraysa şehirlerde yaşamaya başlayan yazarların çoğalmasıyla kentte yaşayan insanlara ait öykülerin olduğu yeni edebiyat ürünlerinin ortaya çıktığını görüyoruz.

Ancak bize ait estetik değerlerin oturması zaman alacaktır. Edebiyat eleştirmenlerinin dünya edebiyatı ile bizim romancılarımızın ürettikleri arasında denklikler kurma telaşının da bunda etkisi olmuştur.

Çok uzun yıllar kitaplarda anlatılanlarla bu topraklarda yaşayan insanların yaşadıkları arasında çok büyük mesafeler vardı. Bu nedenle insanımız yazılanlara karşı soğuk davranmış, edebiyat çok sınırlı bir çevrenin içinde kalmıştır.

Daha ilginç olansa Türkiye’de demokrasi mücadelesi verenlerin savunduklarıyla yarattığı edebiyat anlayışları arasındaki çelişkidir.

Aldatmak isimli romanı okuduğumda düşündüğüm ilk şey bu olmuştu. Ahmet Altan, eleştirdiği, mücadelesini verdiği dünya görüşüne taban tabana zıt bir hayatı romanında kurguluyor veya sorguluyordu.

Yarattığı kahramanların toplumda bir karşılığı var mıydı yoksa bir fanteziden mi ibaretti?

Kitap “Aldatmak” ismi ile bütünleşen bir kitap. Konuya direkt olarak giriyor. Aydan isimli roman kahramanı yaşadığı çelişkilerin kurtuluşu olarak hayatını değiştirecek bir eylemlilik içine giriyor ve kocasını aldatıyor. Beni kitapta rahatsız eden temel şey, hani “Temel İçgüdü” filmindeki son sahnesinde söylenen “hayvanlar gibi sevişeceğiz” cümlesindeki vurgu gibi, kitapta cinsellik o biçimde sunuluyor.

Kadının kocasıyla yaşayamadığı şeyleri esrarengiz, belki de hiç olmayan bir adamda tatması ile değişen cinsel dünyasının çekiciliği içinde sahte bir şeyler olduğunu, yaşadığı çelişkilerinin içeriği ile örtüşmediğini hemen hissediyorsunuz.

Altan, bu rahatsızlığın farkında olmalı bu nedenle Aydan’ın cinsellik dışındaki hayatını da sokuyor romanın içine. İş yaşantısı, oradaki ilişkileri ve başarısı…

Sonra ailesinden bir kişinin rahatsızlığı ve onun için hissettiği insani duygularla sanki dünyada bizim de tanıdığımız bir yerlerde yaşadığını hissediyorsunuz, Aydan’ın. Yani ismi ile alakalı olarak kadın, Ay’da falan yaşamıyor.

Toplumsal yaşamda tabularımız var. Tabunun da ötesinde “aldatma” fenomenin kadın ve erkekte farklılaştığını biliyoruz. Hep söylenegelen; “erkek özünde aldatmaya eğilimli bir yaratıktır ve aldatması da çok önemli değildir” anlayışı yaygın bir düşüncedir. Kadının aldatması ise işte konumuz olan tabudur ve derin bir çözümleme gerektiren bir durum gibi sunulmuştur gözlerimizin önüne.

Aslında temelde hiç bir farkı yoktur. Kadın da erkek gibi aldatır.

Bununla birlikte kadın ve erkek doğasının farklı olduğunun tespitini de yapmak gerekir.

Madam Bovary ve Anna Karanina’da anlatılan kadın çok daha gerçektir ve kadının doğasından gelen fark olarak günümüze kadar varlığını sürdürür.

Aldatmak romanında anlatılan tarzdaki temaların yoğun olarak yaşanmasının bir nedeni kentin içindeki çelişkilerin ne kadar keskinleştiğini de gözler önüne sermek olabilir.

Toplumsal yaşamda kadının erkeğin görevini üstlenir hale gelmesi ile yaşadığı hayatın erkek yaşamına benzemesinin sonucu olarak kadının “aldatması” başka bir gerçeklik haline gelmiştir. Bu romanki genel müdür yardımcısı pozisyonundaki Aydan gibi bir lokantaya girip bir bardak şarap ısmarlayacak kadar özgürleşmiştir.

Erkek gibi olmuştur. Bu haliyle de kocasından bağımsız bir hayat sürmesi normaldir. Onu aldatması da.

Ancak sorun burada ortaya çıkıyor zaten.

Bu kadın bizim için ne ifade ediyor, çelişkilerini çözemeyen, sıkışmış, kent yaşamının başka bir mecraya sürüklediği yeni kadın modeli bu mudur ve usta bir romancı olarak Ahmet Altan bunu mu keşfetmiş ve çözmeye çalışmıştır?

Hayır!

Bu kitap edebiyat dünyamızın içine oturacak hiç bir özellik taşımıyor. Dil olarak da anlatım olarak da. Çok çabuk yazıldığını belli ediyor.

Burada yapmak istediği şeyi görmek gerekiyor. Bir insanın bir diğerini aldatması kolay bir süreç değildir. Yeni bir kişinin insanın hayatına girip onun yaşadığından farklı bir şey haline getirmesi de. Bu kadına yaşattığının toplumsal katmanlarda farklı tepkiler alacağı kesin.

Kitabın içinde öyle bir şey geçiyor ki, Aydan’ın yaşadığı şeyi ilk kez yapmadığını fark ediyoruz. Bence romanın içindeki en büyük boşluk, çelişki de burada çözülüyor. Yani Anna Karanina’nın yaşadığından farklı bir hale geliyor bu aldatma.

Tipik bir zamparalık biçimine dönüşüyor. Yani Aydan bir çeşit kadın zampara oluyor.

“Bir erkek karısını çoğunlukla onunla yaşayamadığı şeyleri dışarıda bulduğu için aldatır” tanımına denk düşen şeyi Aydan’ın Cem’le yaşadığı ilişkide görüyoruz. Cem’in tutkulu bir âşık olmadığı da görüyoruz. Aydan’ın da cinsel itkiden başka bir aşk içinde kıvranmadığını fark edebiliyoruz. Cem’in hayatın içinde de aşka ait bir yer olmadığı ayrı bir detay elbette.

Gri’nin Elli Tonu’ndaki adamın kadına söylediği gibi; o bir kadınla seks yapmıyor, kadını beceriyor!

Altan’ın roman içinde ihanete bir sebep bulamaması, sanırım yapmak istediği şeye denk düşen bir yaklaşım oluyor.

Edebiyat insan ruhunun arayışıdır. Bu nedenler ne kadar derinleşirse o derece değeri artar.

Yine aynı dönemde vizyona giren “Sadakatsiz” filminin içeriğinde kadının hiçbir nedeni olmayan bir aldatma fenomenine saplanıp kalmasının bir tesadüf olduğunu düşünmemiz gerekir mi?

Roman bir türlü anlatacak başka bir şey bulamazken ve final için çırpınıp dururken yazarın aklına bir anda “kleptomani” çözümlemesi gelmiş olması okuyucuyu etkilemek hedefinin çok ötelerinde olduğu kesin.

Aydan ve Cem’in aşk seanslarının etkileyiciliğini yitirmesi ile birlikte bütün sıradan yazarların başvurduğu yöntemle ilişkinin bitirilmesi zavallı kadını bedensel bir boşluğun içine itip, bir anda içindeki başka şeyi ortaya çıkarması insanın aklına bir başka şeyi getiriyor.

Keşke yazar, konuyu bir beyaz dizi havasına hiç sokmadan başlangıçtaki küçük bir ihanet bölümünden sonra bu kleptomani kişilik üzerine yoğunlaşsa daha okunulacak bir kitap olabilirdi.

Ama onun kafasında başka bir şey olduğu kesin.

Başlangıçta sözünü ettiğimiz, kapitalizmin üstyapısal yeni hayat anlayışının içinde, kadınlara yeni roller biçilmektedir. Belki ABD gibi ülkelerde başka anlamlarda tanımlanabilecek (çünkü orada yaygın bir ortasınıf var) bir olgunun, Türkiye’nin gündemine böylesine süratle sokuluyor oluşunun altında mutlaka bir neden aranmalıdır.

Ahmet Altan kadının özgürleştirilmesine mi soyunuyor yoksa toplumun çözülüşüne maya mı katıyor?

Burada Türkiye ile ilgili bir durum tespiti yapmamız gerekirse, aldatma yeni bir olgu değil. Hatta hem erkeğin hem de kadının alışık olduğu bir durum.

Özellikle kentleşme ile birlikte, köy ile kentin arasına sıkışmış insanın hayatlarında sürekli yanlış kararlar aldığını, bir sürükleniş içinde zorunlu beraberlikler yaşadığını, çarpık gelişmenin özenti şeklinde toplumu dejenere ettiğini (ki bu romanda da bu işlev var diyebiliriz) özellikle 80 öncesinde yapılmış evliliklerin, darbe sonrasında oluşan yeni koşullara uyum sağlayamadığından dağıldığını gördük, yaşadık, öğrendik.

Hayatın içinde soluk alıp veren bir öykünün konusudur aldatma aldatılma.

Peki, Ahmet Altan’ın sunduğu biçimde mi?

Asla!

Burada, yaşamayan bireylerin bize yapıştırılması, benzetilmesi gibi bir istek var sanki. Bu kitabı satın almış yüz bin kişinin ve okuyan ya da okumak üzere olan en az üç misli kişinin hayatlarında ister istemez hayali arzular girecektir. Ve bu arzular, bir zamanlar Özalizmin ekonomi dünyasında yaptığı, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ve anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz türünden yaklaşımının toplumsal hayatın ve ailenin içine sokulması ile benzerlikler taşımaktadır.

Kitap için sonuç olarak diyeceğim şey şudur.

Cinselliğin yazımına karşı değilim. Cinselliğin bir romanda olması gerekliliğine de inanırım. Hatta konusuna göre sert cinsel ayrıntıların bir sansür kurulu tarafından yasaklanıyor oluşunun da karşısındayım. Edebiyatta, şiirde, fotoğrafta, sinemada, heykelde cinselliğin tüm ayrıntılarıyla, bazen belki vahşice sunulabileceğini de biliyorum, destekliyorum. Bu çok başka bir şey; çünkü cinsellik insanidir.

Yalnız, bir kadın kocası evde gece uyuyorken evine başka bir adam alıp, iki dakikalık zevk için, çok da önemsiz bir yerinde aldatmasının bizim dünyamıza ne tür bir zenginlik verdiğini kitabı bitirdiğim günden beri düşünüyorum ama bulamıyorum.

Bulan arkadaşların cevaplarını bekliyorum.

Bir insanın samimiyetini savunduklarıyla yazandıkları arasındaki dengede bulursunuz.

Hangi Ahmet Ahmet gerçek?

Bu soru aslında Türkiye’nin aydın sorunudur aynı zamanda, bu nedenle önemsiyor ve sorguluyoruz.
http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: