Fenerbahçe tragedyası!


Futbolda geri dönüşlerin bir takım üzerine katkısı aynı takımın maçlarını farklı kazanmasından çok daha etkili, motive eden ve havaya sokan sonuç verir.

Kuşkusuz karşılaşmaların sonuyla ilgili bir durumdur ve bunu o son maçtan bir diğerine antrenmanlarda bağlayacak teknik adam becerisiyle birleştiğinde çok daha güçlü takım olgusu yaratılmış olur.

Ve yine sonuçlarından biri son haftalarda inancını büyük ölçüde yitirmiş taraftarı da yarışın içine tekrar dahil edecek harekettir!

İşte Fenerbahçe’nin son düzlükte ihtiyacı olan şey de böylesi bir motivasyondur!

Karagümrük’ten sonra Ankaragücü karşılaşmasının anlamı böyle bir hikayedir.

Fenerbahçe taraftarının hayallere kapılmadan şu gerçeğin farkında olması gerekiyor.

“Takımının kaderi futbolcularının ellerindedir.”

Ne teknik direktörün ne de yönetimin futbol takımının başarısı üzerinde etkisi futbolcularınki kadardır.

Zaten 81. Dakikada Ankaragücü’nün golünden sonra sahaya karakter koyarak maçı çeviren irade de futbolcularınkinden başkası değildir; zaten olamaz.

Bu takımın içinde gerçekten futbolculara liderlik yapabilecek karakterde tek bir futbolcusu olsa Galatasaray’ın 2008 yılında yaptığı gibi başında teknik direktöre bile ihtiyaç olmaksızın şampiyon yapabilir.

Ki, sezonun final maçında Seyrantepe’de Fenerbahçe camiasının böylesi bir destana ihtiyacı vardır!

Bu destan netice itibarıyla ne teknik direktörün ne de yönetimin eseri olacaktır, kimse buradan kendisine bir pay çıkarmasın.

Futbol takımının sahada yaşadığı yalnızlığı ortadan kaldırarak o son 10 dakikada gösterdiği destekle itici güç olması gereken taraftarın da üzerine çok büyük sorumluluk düştüğü gerçeğinin de altını kalın çizgilerle belirgin hale getirmeliyiz ki bu satırları okuyanlar kendilerine düşen sorumluluğu idrak edebilsinler.

Bu girişten anlaşıldığı gibi Fenerbahçe’yi en iyi anlatan kelime; tragedya’dır!

“Trajedi” ile karıştırılmasın; bunun adı tragedyadır!

Gücünü kaybeden bir kahramanının küllerinden yeniden doğmasının belki de efsaneleşecek anlatısıdır!

Sanırım bir spor metni için yeteri kadar edebi temaya yer verdim; biraz da oyunu konuşalım.

Haftalardır Fenerbahçe’nin oynamaya çalıştığının şampiyonluk için yeterli olmayacağını sürekli tekrar ediyorum. Bunu söylerken kuşkusuz sezon başındaki oyun planı ile kıyaslama yapıyorum. Çünkü henüz ilk maçtan itibaren Jesus’un takıma yeni bir oyun fikri yerleştirmeye çalıştığını konuşuyorduk.

Portekizli teknik adamın bu fikri kendi inandığı oyuncu grubuyla yapmasını da eleştiren tarafta olmakla birlikte her seferinde sonucun hakkını teslim etmeye gayret gösteriyordum.

Fenerbahçe Dünya Kupası için verilen arada oynadığı hazırlık karşılaşmalarında dahi bu oyun fikrini futbol kamuoyuna göstermeye devam etti.

Sonrasında büyü bir anda bozuldu; işler tersine doğru gitmeye başladı.

8 Ocak’ya oynanan Galatasaray karşılaşması Fenerbahçe için bir dönüm noktası oldu. Belki Dünya Kupasının hemen sonrasında kaybedilen Trabzonspor maçını da buraya alabiliriz çünkü bu iki maç birbirini bağlayan bir zincir oluşturdu.

Jesus Galatasaray maçını kaybettikten sonra Türkiye’ye dair tüm motivasyonunu ve konsantrasyonunu da yitirdi.

Esas kırılma burada yaşandı. Galatasaray maçı ile Beşiktaş karşılaşması arasında oynanan 7 maç vardı ve Fenerbahçe Adana Demirspor hariç hepsini kazanmasına karşın bize futbol adına umut veren bir oyun izletemedi.

“Siz de hiçbir şeyi beğenmiyorsunuz” şeklinde bir eleştiri olabilir ancak Fenerbahçe’nin bu süreçte çıktığı Avrupa Kupası maçları dahil tüm büyük karşılaşmalarında etkisizliği bir tarafa sürekli değişen, farklılaşan ve deneme yanılmaya dönüşen teknik, taktik ve kadro arayışları nihai olarak bize bu yorumları yaptırdı.

Zaten bu kadar farklı kurgu ve oyuncu tercihleriyle oturmuş bir oyun oynamasını beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olurdu.

Şu kıyaslamayı yapmak gerekiyor; Fenerbahçe ne kadar yeni bir takım yeni bir teknik direktör ve yeni bir başlangıçsa Galatasaray da o kadardır!

Türkiye şartlarında bir takımın başarılı olması için bir Premier Lig takımı gibiymiş gibi yaklaşılmasına gerek yoktur.

Süper Lig’in son yıllardaki şampiyonluk öyküleri ne demek istediğimin çok açık ifadesidir.

Başakşehir’i şampiyon yapan Okan Buruk, Beşiktaş’ı şampiyon yapan Sergen Yalçın ve Trabzonspor’u şampiyon yapan Abdullah Avcı bir sonraki sezonlarda kaçıncı haftaya kadar dayanabildiler?

Evet bu Süper Ligin kalite ve istikrarının net göstergesidir.

İşine yoğunlaşmış ve iyi bilen bir teknik adamın buralardan sonuç üretebilmesi başarının anahtarı oluyor.

Kritik vurgu da burada; “işine yoğunlaşmış!”

Dün maç sonunda Jesus’un sahanın ortasında takımı toplayarak yaptığı motivasyon konuşması ne kadar değerliyse (ve umarım Portekizli teknik adamı da bu işe tekrar inandırmıştır😉 İrfan Can’ın kameralar önünde duygularına hakim olamadığını gördüğümüz açıklamalarından çok onun bürüneceği inanç hali çok daha önemlidir.

Jesus, son zamanlarda başladığı onbirlerle değil, tamamladıklarıyla sonuç alıyor ve onları bir sonraki karşılaşmaların ilk onbiri olarak sahaya sürüyor ama sonucu yine ikinci yarıda yaptıkları değişiklikler belirliyor.

Bu döngünün takımı dinamik hale getirdiğine kuşku yok. Ancak bize bir şey daha söylüyor; Jesus oyunla değil oyuncuların katkılarıyla maçı çözmeye çalışıyor.

Ferdi’nin cezalı olmasına rağmen sağ kanatta Osayi’nin yüksek katkısını değerlendirmek gerekiyor.

Ayrıca her türlü sakarlığına rağmen orijinal sol bek olan Alioski’nin orada iyi niyetle fazlasıyla önemli işler yaptığını söylemeliyiz.

Ferdi dönünce ne olacak sorusu, gerçekten önemli ve bir teknik direktör için belki de en kritik kararlardan biri olacaktır ama eğer elinizde Ferdi gibi bir değer var ve sizin oturmuş oyun planından çok oyunculara dayalı bir taktiğiniz bulunuyorsa o zaman Başakşehir karşısına bu üç oyuncuya da kadroda yer bulacak pragmatist yaklaşımı sergilemek için bir fırsat veriyordur.  

Ben olsam bunu dener ve Fenerbahçe’nin orta alanında ısrarla Rossi’ye yer bulmak yerine burada en azından bir maç için Ferdi’ye bir şans arardım.

Fenerbahçe’nin şu anki kadrosunun bir dinamizmi var ve giriş cümlesinde yazdığım gibi geri dönüşlerle bu oyuncular havaya girmiş görünüyorlar.

Son olarak bir Süper Lig maçında yapılmış faul sayılarının üzerine de bir kaç cümle yazalım.

Bir takımın 13 faulüne karşılık 26 faul yapan bir diğer takım.

Formalarının rengi aynı olsa da diyelim ki isimlerini bilmiyorsunuz ve sadece maç sonu istatistikleri inceliyorsunuz; aklınıza gelen ilk şey ne olurdu?

Veya faul sayılarını toplayın; 39.

Her iki verinin de Süper Lig ortalamasının oldukça üstünde olduğu gerçeğini bir yere yazmak gerekiyor.

Bu kadar faule izin vermek, faule dayalı oyun oynatmak ve bunu konuşmamak futbolumuzun bugün içinde bulunduğu durumun da sorumluluğuna ortak olmak demektir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: