Hayaller bitiyor, yaşam sona mı eriyor?
Son yıllarda izlediğim tek dizi Lost oldu. Lost sonrasında televizyonda dizi izlemeyi bıraktım. Bunun bir çok nedeni olmakla birlikte en belirleyici olanın zaman sorunu olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca dizilerin genel olarak ilgimi çekmediğini de ekleyebilirim.
Ne türden beklentilerim olduğunu başka bir yazının konusu yaparak Lost’la devam edelim.
Dizinin senaryosu belirsiz bir adaya düşen yolcu uçağından kurtulanların hayatta kalmak üzere ilkel yaşam koşulları ile bilimin en son teknolojik olanaklarının üst üste anlatıldığı bir öykü üzerine kurgulanmıştı. Sonu bir çokları gibi benim için de büyük bir hüsrandır.
Son dönem dizi ve filmlerdeki ana tema “ilkel yaşam” koşulları ve temel içgüdü üzerine oturtuluyor.
Bu hiç kuşkusuz özellikle bizim kuşak için oldukça garipsenecek bir durumdur. Doğduğumda ülkemizde neredeyse televizyon yok gibiymiş; test yayınları yapılıyormuş. İlk kez televizyon ile karşılaşmam dedem sayesinde oldu. Yeniliklere çok açık ve takip eden bir adamdı.
O zamanlarda televizyonun kendisi olağanüstü derecede teknolojik bir araçtı. Ancak onun bize sunduğu diziler bir o kadar da akıllarımızdaki hayal alemini geliştirecek türdendi.
Uzay Yolu, Uzay 1999… Ay üssü Alfa!
Bugün kullandığımız ve o tarihlerde hepimiz için birer hayal, ütopya olan araçlar dizilerde gösteriliyordu. Görüyor, anlamaya çalışıyorduk.
Görüntülü mobil telefonlar, tablet bilgisayarlar, insanı bir yerden bir yere ışınlayan makineler…
İnsan hayal ettiği sürece yaşar, söylemi belki de o tarihlerin ürünüdür. Gerçektir; karşılığını ve hakkını almıştır.
Oysa günümüze geldiğimizde çok ilginç bir süreç yaşadığımız söylenebilir.
Hayal ettiklerimizin büyük bölümü gerçeğe dönüştü, artık günlük yaşamda onları kullanıyoruz.
Yıllar önce düşüncelerimizi daktilo başında yazıp, en fazla bir iki kişiye ulaştırabilirken, bu okuduğunuz yazı İpad ortamında hayat buluyor, yetmiyor kısa sürede yüzlerce kişinin bir anda okuyabileceği bir paylaşım ağıyla dağılabiliyor.
Ama başka bir şey de oluyor.
Televizyon dizileri artık teknoloji üretmiyor. Daha çok teknolojinin olmadığı dönemlerde yaşam, hayatta kalma mücadelesi, survivor durumu önplana çıkıyor.
Hayal dünyamız daralıyor, temel içgüdü seviyesine iniyor.
Yeni neslin oynadığı bilgisayar oyunlarına baktığımızda da benzer ilkelliği görebilmek mümkündür.
Soru şu; nereye gidiyoruz, zaman bitti mi, tarihin sonuna mı geldik, hayaller, düşler, ütopyalar tükendi mi?
Teknolojik olanakların bu denli üst seviyeye ulaştığı, yaşamın kolaylaştığı bir dönemde insan zihinlerine yerleştirilmeye çalışılan ilkelliğin nedeni ne?
Hayal edemediğimize göre yaşayamayacağız bir noktaya mı sürükleniyoruz?
Yerimize başkaları mı düşünüyor, bizim hakkımızda, geleceğimizi mi kuruyorlar?
Şimdi bunu test edelim…
Okumayı, yazmayı burada bırakalım ve kısa bir süre için de olsa düşünelim. Çünkü biliyorum ki düşünmek, hayal etmek için o kadar da zamanımız yok. Hep zincirleme bir reaksiyonun veya programın parçasıymışız gibi hareket ediyoruz.
Hadi!
Son zamanlarda ilginç olan ne tür hayaller kurdunuz? Bir hayalimiz, ütopyamız var mı?
Bir ev, araba, zengin olma, dünya turuna çıkma hayalinden söz etmiyorum, Jules Verne dünyasına ait bir şeyler bekliyorum.
Var mı?