Hep demokrasiyi konuştuk, bir ideal olarak onu hedefledik. Hemen herkes eksikliğinden şikayetçi oldu. İktidardaki de muhalefette olanlar da; ama bir türlü bu hedefe ulaşamadık.
Sanırım ne olduğu konusunda tam bir fikir birliği de kuramadık.
Demokrasi genel anlamda iktidar mekanizmasının tabana yayılması, genişlenmesi, daha kitlesel bir şekilde paylaşılması, ilişki kurması anlamına gelir.
Tabana yayıldığında iktidar anlaşılan, bilinen tanımına ait özelliğini kaybeder. Çoğullaşır. Taban ile iktidar arasındaki organizma canlanır.
Tek parti döneminde böyle bir ilişki yoktu. Bu nedenle 1950’deki DP iktidar değişimi populizm üzerine kuruldu. Temelde tek parti anlayışından farkı olmayan sadece iktidarı değişik çıkar sınıfları arasında paylaştırmayı hedefleyen DP kurmayları toplumla populizme dayalı ilişki kurunca “bu demokrasiymiş” yanılgısına dönüştürüldü. Başka bir ifadeyle demokrasi tarifi böyle yapıldı.
Demirel’in halk ağzı dili, söylemi onun demokratik vizyonuydu. Ne yapıyor olduğu değil, ne şekilde konuşuyor olması önemsendi. 12 Eylül sonrasındaki yasaklı döneminde “bir bilen, akil adam” olarak şekillendirildi.
Aslında bu sağ partilerin çoklukla yaptıkları populizmdi.
Oysa ortada demokrasi falan yoktu. 1960’a gelindiğinde yeni bir çeşit tek parti diktatörlüğü kurulmuştu. Darbe böylesi bir ortamda yapıldı. Darbe özünde kabul edilecek bir fiil olmasa da ürettiği anayasa geniş ve katılımcı özellikleri sayesinde ülkemizde yapılan en demokratik metin olarak tarihe geçti.
’61 Anayasasının yarattığı örgütlenmeye izin veren, toplumun kişi hak ve özgürlüklerine serbesti tanıyan maddeleri toplumun 1980’e kadarki bilinç düzeyini de belirlemiştir.
Bireyler o tarihte bir yere ait olma, birlikte hareket etme, tartışma, karar alma süreçlerine katılma bilincine sahipti.
1980 Darbecileri bunu anarşi olarak adlandırdı. Oysa sonradan anlaşıldı ki bu anarşi ve terör ortamı da bizzat darbeye ortam hazırlasın diye onlar eliyle yaratılmıştı. Yani deli diye üzerine gömlek giydirilen toplum akıllıydı ve aslında doğru şekilde hareket ediyordu.
’82 Anayasası da bu merkezde öncekinin aksine toplumu kısıtlayan maddeler üretti.
Aradan geçen 33 yılda toplum dediğimiz yapı, örgütlenmesini bilmeyen, birlikte hareket etmeyen, bencil, çıkarcı, oportunist, atomize, tekil, herşeyden öte “liberalist” bir şeye dönüştü.
Kişiyi toplumdan kopardığınızda kuşkusuz başka şeylere de neden olursunuz.
Genel anlamda baktığınızda insanların mevcut durumlarla ilgili yüzeysel anlamda bir fikri olsa da derinlemesine analiz etme, birleştirme, ilişkilendirme alışkanlıklarını (hatta yeteneklerini) kaybettiği bir yere geldiğimizi görüyoruz.
Baskı ortamlarının yarattığı şartlı reflekslerle tepki veren, hareket eden, düşünen, sarsılmaz ve tartışılmaz ancak sadece kişisel deneyimleriyle oluşmuş, bilimsel hiçbir geçerliliği olmayan doğrulara sahip bir insan profilidir karşımızda duran.
İşte bu bizi “akil adamlar” gereksinimine getiriyor.
Oysa demokrasi doğru araçlara sahip olsa toplum bir çok şeyi kendiliğinden yapabilir hale gelecektir.
Toplumları güçlü kılan şey yaşayarak öğrendikleri deneyimlerdir.
Sivil toplum örgütleri bunun için vardır.
Ama iktidarlar toplumun nefes alıp verdiği, düşünce ürettiği, sürece katkıda bulunduğu, belirlediği sivil toplum örgütlenmelerine her zaman mesafeli, soğuk durmuş, kuşkuyla yaklaşmıştır.
Sivil toplum örgütleri muhafelefet odakları, iktidara tehdittir. Bu nedenle tehlikelidir.
Öyle de olmalıdır, çünkü girişte yazdığım iktidarın genişlemesi süreci başka türlü de kurulumaz.
Bugünkü iktidar mevcut durum(lar) karşısında çözüm üretmesi, geçişi kolaylaştırması için bazı isimler belirliyor, “atıyor” ve bunlara akil adamlar diyerek de aslında toplumdan koparıyor.
Özünde yapmaya çalıştığı şeyin iyi niyet olduğunu söyleyebiliriz. Ancak araç demokratik olmaktan sadece çok uzakla kalmıyor tam zıddı bir gerçeklik olarak karşısına da dikiliyor.
Bu durum, “herkesin bir aile hekimi olacak” pratiği gibi yürütülüp, “herkesin bir akil adamı olacak” şekliyle düzenlenemez.
Bu nedenle akil adamların yapması gereken şey “ben daha iyi bilirim” anlayışını yerleştirmekten çok toplumun örgütlenerek ve birlikte düşünerek harekete geçmesini sağlayacak katalizör görevini üstlenmesi olacaktır.
İktidarın atadığı bu listede bunu yapacak yeteneği, özelliği olan kişiler var mı?
Belki vardır bugüne kadar bu tarafını görmemişizdir ancak ben kendi adıma söyleyebilirim ki çok da umutlu olamıyorum.
Yanılmış olma dileğimle…