2013 yılına işsiz girişim ve ilk iki ayın profesyonel anlamda iş arayışı içinde geçmesi derinden sarsıcı etkilerini beraberinde getirdi.
İş aramak günümüzde başka bir şeye dönüştü. Her şey profesyonel anlamda daha çok çeşitlenmesine, üzerinden kafa yorulmasına rağmen “İnsan Kaynakları” dediğimiz departman doğru insan seçme konusunda gerekli yetkinliğe ulaşamadı.
Çünkü insan bir “değer” olarak görülmüyor. Hatta ne kadar sıradanlaştırılır ve standartlaştırılırsa işin o kadar kolaylaşacağı varsayılıyor.
Kısa dönem içinde yaşadığım basit ancak anlamlı bir örneği burada paylaşmak istiyorum.
Bir pozisyon için eleman arayışı içindeyiz, elimizde benzer iyi bir çalışanımız var ve benim için gerçekten çok değerli bir arkadaş, her fırsatta ondan örnek veriyorum. İnsan kaynaklarından sorumlu arkadaşımız araya girip “ben onun gibi on tane bulurum” şeklinde bir yaklaşım sergiliyor. Kuşkusuz o arkadaştan on tane bulmak mümkün değildi ve bulamadık da.
Bu düşünce yapısı maalesef her sektörde her yere kök salmış, nüfuz etmiş vaziyette. O sözü sarfeden kişinin de bir çalışan olduğunun ayırdına varıp, kendisi gibi on tane dışarıda bekleyen adam olup olmadığını düşünüp düşünmediğini bilmiyorum. İnsanlar bir pozisyonu doldururken kendi varlıklarını başkalarınkinden öylesine koparıyorlar ki sonuçta ortaya hissiz, duygusuz bir yapı çıkıyor.
O iki aylık süre boyunca yaptığım görüşmelerde beni en fazla rahatsız eden şey buydu. Bu şekilde kendinizi anlatmanız, farkınızı ortaya koymanız mümkün değildir; işe girince süreç değişiyor mu? Kesinlikle hayır, bu sefer bambaşka bir mücadelenin içine giriyorsunuz.
Geçenlerde üst düzeyde görev yapan bir yönetici arkadaşın yanında çalıştıracağı kişilerle ilgili bir yorumunu duydum. Çok hoşuma gitti. Kendisi yurt dışı projelerinden sorumlu ve elbette sürekli adam istihdam etmek zorunda; bu konuda fazlasıyla deneyimi olmuş olacak, çalışacak kişi seçerken “artık daha önce yurt dışında çalışmış şartı aramıyorum, bana işe ihtiyacı olan adam gerek” yaklaşımıyla hareket ediyormuş.
Bundan önceki Projemde 150-160 metre boyunda iki adet yüksek yapı inşaatı bitirdim. Gittiğim görüşmelerden birinde projenin bundan daha yüksek olduğunu öğrendim ve yaklaşım bunun sorun, eksiklik olabileceği yönündeydi. Görüşmeyi yaptığım koordinatörün benimki kadar bile tecrübesi olmadığını sonradan öğrendim. Şimdi çalıştığım Proje yaklaşık 300 metre yüksekliğinde; sorun yaptığınız işin yüksekliği ya da niteliği değil onu nasıl yönetiyor olduğunuzda düğümleniyor.
Bunu ancak böylesi yerlerde paylaşabiliyorum. Bu da sadece dertleşmek oluyor.
Kuşkusuz bir adım sonraki aşama doğru kişilerin bir araya getirilmesinden bir ekip yaratma meselesinde düğümleniyor.
Organizasyon anlamda her iş eninde sonunda bir takım oyunudur ve doğru kişilerin bir araya getirilmesi sonra bunların bir arada kaynaşarak çalışması çok önemlidir.
Yıllar önce böyle bir eğitimden geçtiğim bir takımın parçası olarak çalışıyordum. Ekibin bir personeli kendisine verilen görevde yaşadığı sorunlar yüzünden sorumlu tutularak sorgulanıyordu. Dayanamadım ortaya çıkıp arkadaşımı savundum. Kuşkusuz tamamlanma sorunu olan işte firmanın diğer departmanlarında da eksiklikler vardı. Benim devreye girmemle birlikte günah keçisi arayan yöneticimiz bir anda zor durumda kaldı. Sonra baş başa kaldığımız bir sırada “her koyun kendi bacağından asılır, bunu unutma” dedi. Gün geldi o koyun kendisi oldu, asılıverdi.
Maalesef hangi iş koluna giderseniz gidin bir sorumlu bulup çıkarma hastalığından bir türlü kurtulamıyoruz.
Bunun temel nedeni sadece yöneticiler de değil.
Bugüne kadar nerede çalışırsam çalışayım birlikte hareket ettiğim, sorumlu ve yöneticisi olduğum hiçbir arkadaşıma yapamadığı, eksik kaldığı ya da sorun çıkardığı bir durumda direkt olarak suçlamada bulunmadım. Hatta başka departmanlara veya daha üst konumlara karşı da arka çıktım, kalkan oldum. Çünkü kimse eğer bilerek yapmıyorsa tek başına hatalı olamaz.
Hata, yanlış her zaman bir eksiklikten doğar ve bir işyerindeki eksiklikten o hata sahibi tek başına sorumlu tutulamaz.
Tutulmamalıdır!
Her eylem öncesinde en ayrıntılı şekilde tarif edilmeli, onun yapılması için bütün araçları ve destek elemanlarıyla sağlanmalıdır. Çalışanın tek başına olmadığı, birlikte hareket edeceği, sorunların mutlak surette paylaşılması gerektiği bilinci her adımda kişiye verilmiş olmalıdır.
Bütün bunlar insan yönetimi sorunudur.
İşler çeşitleniyor, karmaşıklaşıyor ancak nitelikli eleman bulmak her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Facebook, Google, Apple vb. çalışanlarına ait işyerlerine ait paylaşımlarını sıklıkla bir yerlerde görürüz.
Çalışanların kendilerini evlerinde hissetmeleri, yaratıcılıklarının önüne hiçbir şeyin geçmemesi, hatta işyerlerinde daha fazla zaman geçirmesi için düşünülmüş, planlanmış, tasarlanmış ortamlar kuşkusuz hepimizin ilgisini çeken türden.
İşverenler, işyerleri çalışanlarının ne kadar çalıştıkları, hangi saatte giriş yapıp çıktıkları, gelmedikleri günler konusunda fazlasıyla hassasiyet sahibidirler.
Oysa temel meselenin ne kadar çalışıldığı değil ne üretildiği olduğunun ayrımını yapacak bir bilinç seviyesi hala yakalanamamış durumda. Bu da çalışan-işveren ilişkisinin her geçen gün biraz daha samimiyetsiz bir ortama sürüklenmesine neden olmaktadır.
Konuşulacak çok şey var. Her şeyi bir yazının içine sığdırmanın anlamı yok!
Şimdilik bu kadar…