Yaz başında yazdığım blogta Ortadoğu’da çözüm: Batı aldıklarını geri verecek, paylaşacak! demiştim.
Aslında sorunun temelinde bu var.
Batı üçüncü dünya olarak adlandırdığı coğrafyaları o kadar çok sömürdü, oradaki kaynakları kendisine öylesine hızlı ve acımasızca alıp götürdü ki geriye kalan yoksulluk, çaresizlik aynı zamanda şiddete dönüştü.
Kendiliğinden oluştu bu süreç; aynı zamanda bugün bu kargaşa ve şiddet ortamı yine batıda birilerinin işini kolaylaştırıyor.
Öyle ya da böyle buradan da ikinci, üçüncü dereceden faydalanmasını beceriyor.
Kuşkusuz bu haftaya dagasını vuran en çarpıcı olay IŞİD’ın Amerikalı gazeteci Foley’i dünyanın gözleri önünde kafasını keserek infaz etmesiydi.
Üstelik bu infazı Londra aksanıyla konuşan “İnfazcı John” adı verilen muhtemelen aslı da İngiliz olan birinin yapması işi çok daha çarpıcı hale getirdi.
New York Times’ın haberine göre ABD hükümeti IŞİD’ın Foley için istediği 132,5 milyon dolarlık fidyeyi ödemeyi kabul etmiş olsaydı ABD’li gazeteci bugün yaşıyor olacaktı!
ABD hükümeti terörü finanse edeceği düşüncesiyle fidye ödemeyi redderken; Avrupalı hükümetler aksine çeşitli isimler adı altında, kaçırılan vatandaşları için fidye ödemeyi kabul ediyorlar.
ABD fidye ödenmeye başlanılırsa bunun diğer vatandaşlarının kaçırılması için bir teşvik olacağını ifade ediyor.
11 Eylül saldırılarıyla birlikte yeni bir perspektifle farklı bir karaktere dönüşen; özünde cihad inancı olan şiddet önümüzdeki dönemlerde artarak devam edeceği hatta çok daha değişik eylemselliklerle ve örgütlenmelerle gündemde geniş yer bulacağını söylemek herhalde kehanet olmayacaktır.
ABD milenyumla birlikte Afganistan ve Irak özelinde bu şiddeti önlemek adına askeri hamleler yaptı.
Ancak bu bu hamleler şiddeti ortadan kaldırmak bir yana güçlenmesi ve keskinleşmesine yol açtı diyebiliriz.
ABD’nin Irak müdahalesinin geri planında zengin petrol rezervlerinin güvenceye alınması olduğunu herkes biliyor.
IŞİD’in bu petrol bölgelerini tehdit etmesiyle ABD’nin geçen hafta bölgede askeri operasyonlara hız vermesi de bunun bir göstergesi oluyor.
Kısacası Batı sürekli aslında kendisine ait olmayan kaynakları kaybetmeme derdinden bir türlü vazgeçemiyor.
Bu politika elbette kendi vatandaşlarını risk altına almayı sürdürüyor.
Batı bir taraftan üçüncü dünya ülkelerini sömürmeye devam ederken diğer taraftan onları ödeyemeyeceği borç yükleriyle daha da kendisine bağımlı hale getirip yoksullaştırırken bu ülkelerin içinde hayatta kalma mücadelesi veren insanların öfkesini artırıyor.
Öfke kendisini çeşitli şekillerde ortaya çıkarırken önümüzdeki dönemlerde bunun çok daha kitleselleşeceğini de beklemek gerekiyor.
Batı hala tehditi kendi topraklarında hissetmiyor olabilir ancak görüyoruz ki kendi vatandaşları dahi bu şiddeti desteklemek adına cihada katılıyor.
Peki çözüm nedir?
Öyle ya da böyle Batı zenginliklerini paylaşacak; yüzyıllardan beri sömürdüklerini alternatif programlar dahilinde bu topraklara geri iade etmenin yollarını arayacak.
Orada yaşayan insanlara başka bir şansları olduğunu anlatacak, gösterecek ve bunu da onlara verecek.
Bunun başka yolu yok.