Önceki gece twitter üzerinden gelişmeleri takip ederken bir fotoğraf düştü ekrana, sonra o fotoğraf çoğaldı, başka açılardan çekilmiş görüntüler de geldi.
Yerde yatan bir adam vardı ve başından akan kan bütün bedenini geçerek yola doğru süzülüyordu. Adam kendi kanının içinde yüzüyordu. Demek ki yeterince orada o halde yatmıştı.
İşin en garip, tuhaf, dramatik ve acı tarafı aynı fotoğraf karesinde yere çömelerek kalkanlarının arkasında siper almış iki polisin bu adamın sadece bir kaç metre ötesinde duruyor olmasıydı.
Hangi milletten, dini görüşten, inançtan, ideolojiden olursa olsun bir yaralıya yardım etmek toplum görevi yapan bir kişinin birinci derecede önceliğidir.
Her ne şekilde yaralanmış olursa olsun bir insan o şekilde ortada bırakılır mıydı?
Uğur Kurt…
Aynı gün öğlen muhtemelen bir polisin silahından çıkmış yaralayıcı ve sonucundan hareketle öldürücü niteliğe sahip bir cisimle kafasından vurularak öldürüldü. Muhtemelen nasıl ve kim tarafından öldürüldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Olay yerine incelemek için devlet ancak tam bir gün sonra gidebildi.
Ne buldular bilmiyorum; ancak zaten bir şeyleri aramak orada oldukları da inandırıcı gelmiyordu.
“Berkin Elvan’ı anmak için törenler düzenleyeceklermiş. Her ölüm hadisesinde bir tören mi düzenleyeceğiz.
Ölmüştür geçmiştir.
Bir molotof polis aracının içine düştü. Yandılar, hastanede tedavi altındalar. Bütün bu araçların üzerine buteröristler camları kırmaya çalışıyorlar. Polis eli kolu bağlı mı kalacak, bir şey yapmayacak mı? Nasıl sabrediyorlar anlayamıyorum… Hiçbir medya yaralanan polislerin durumu ne olacak demiyor.”
Ülkemiz bir seneden beri kitlesel bir seviyeye ulaşmış iktidara yönelik çok önemli bir muhalif eylemsellik içindedir. Bunun sebeplerini burada sıralamak gereksiz zaten biliyoruz.
Anayasa’da içeriği boş olarak bin bir dereden su getirecek şekilde yazılmış olsa da 34. Maddede Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı başlığı altında bir yasa vardır.
Bu yasanın özü batıdan gelmektedir. Türkiye’de hiçbir iktidar döneminde kişilerin düşüncelerini ve tepkilerini sokakta göstermelerine izin verilmemiştir. Ancak bu bir haktır ve kişinin en doğal refleks ve tepkisidir.
İnsanlar tepkilerini sokakta ortaya koydukları için terörist diye çağrılabilir mi?
3 Temmuz’dan sonra Bağdat Caddesinde Fenerbahçeliler kitlesel anlamda üç yürüyüş düzenlendi. Bütün bir Cadde, Bostancı’dan Kadıköy’e kadar yüründü. Sloganlar atıldı, iktidara eleştiri yöneltildi.
O yürüyüşlerin en belirgin özelliği güvenliği sağlamak üzere bölgede tek bir polisin bile olmayışıydı.
Sonuç?
En ufak bir taşkınlık oldu mu?
Evet, maalesef polisin olduğu her yerde insanlar bir şekilde güvenlik görevlilieriyle karşı karşıya geldiler. Çünkü başbakanımızın da ifadesinde çok güzel karşılığını bulduğu gibi aslında polisimiz, güvenlik kuvvetlerimiz asla sabır göstermiyorlar.
Başbakanımız hiç kaygılanmasın polisimiz kendisini çok iyi koruyor, kolluyor ve sabır göstermiyor.
Zaten mesele de burada düğüm düğüm olmuyor mu?
Kamunun güvenliği için orada bulunanlar, güvenliği tehdit eden bir sabırsızlık ve anlayışsızlıkla ellerinde ne tür silah varsa, eski Türk filmlerinden alınmış replikteki “yeminimi bozdum, hepinizi öldüreceğim” der gibi insanların üzerine boşaltıyorlar.
Ölenlerin büyük çoğunluğu kafalarına isabet eden cisimlerle yaralanıyorlar.
Neden insanların kafalarına hedef alınıyor sorusunu sormamız gereken yerdeyiz. Yok mu bunun başka yolu?
Ölmüştür, geçmiştir diyeceğimiz şey; bir mi iki mi?
Gencecik insanlarımızın ölüm şekilleri nasıl olur da en taş yürekli insanda bir merhamet duygusu yaratmaz?
Uğur Kurt’un ailesiyle, Fenerbahçeli formasıyla çocuğuna sarılmış haldeki fotoğrafına bakınca terörist mi görüyoruz yoksa günlük hayatın içinde yaşayan çok sevimli güler yüzlü bir insan mı?
Ali İsmail Korkmaz ve Berkin Elvan’a nasıl terörist deriz?
Olur mu?
Toplumun ne dediğini dinlemeyen iktidar kadar tehlikeli bir duruş olamaz.