“Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki çok sayıda eğitimli, vasıflı insan gerçeği saygı duymaya değer bir şey olarak görmüyor. Politikacılar ve halkla ilişkiler mensupları tipik olarak saçmalığın, yalanın ve diğer tür sahtekârlıkların, dolandırıcılığın en üretken mensupları…
Gerçek olmadan yaşayamayız. Gerçeğe sadece nasıl iyi yaşayabileceğimizi anlamak için ihtiyaç duymayız, hayatta kalabilmek için de ona ihtiyacımız var.
Ayrıca gerçek öyle kolayca göz ardı edebileceğimiz bir şey de değil. Gerçeğe kayıtsız kalmak sadece ihmalkâr bir düşüncesizlik değildir. Böylesi bir tutumun ölümcül sonuçları olduğu kısa zamanda anlaşılır. Gerçeğin bizim için ne denli önemli olduğunu anladığımız müddetçe, makul olarak, gerçeği istemek ve onu elde etmek çabasından uzak duramayız.”
Bu uzun alıntı Mustafa Hoş’un “Big Boss” adlı eserinin sonunda paylaştığı Harry G. Frankfurt’un Gerçek Üzerine isimli kitabından alınmıştır.
Mustafa Hoş’un son cümlesi aynı zamanda kitabın aforizmalarından biri niteliğindedir.
“NeoTürkiye’nin panzehiri ise gerçeğe sahip çıkmak ve hafızadır.”
Kitabı okurken aklıma gelen ilk düşünce yazarın gazetecilik misyonunun ne kadar ön planda olduğuydu.
Gazeteci ve yazar arasında belirgin bir fark olduğuna şüphe yoktur.
Mustafa Hoş iğneyle kuyu kazar gibi unutulmaya yüz tutan bilgileri, olayları tarihe not düşercesine peş peşe sıralarken elbette amacı hafızayı tazelemek, gerçeğin yok olmasına izin vermemektir.
Türkiye’nin en kudretli kişisinin zaferlerle dolu yaşam öyküsünü bütün yalınlığıyla ortaya koyarken, gazeteci kaygısıyla hareket ettiğini hemen fark ediyorsunuz.
Üstelik fazlasıyla cüretkâr ve cesur sunum şekli esere farklı bir boyut kazandırıyor.
Bir taraftan kitabın anlattıklarını okuyorsunuz diğer taraftan “Mustafa Hoş, bunları yazarken hiç mi elin titremiyor?”diye sorma ihtiyacı duyuyorsunuz.
İşte bu neredeyse iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda kalan gazeteci refleksinin bizde yarattığı şaşkınlık belirtileridir.
Gerçekler cesaretin olduğu yerde yazılıyor artık.
Her kitap uzun soluklu bir düşünme sürecidir aynı zamanda; hem yazan hem de okuyan için.
Okurken üst üste çok şey düşündüm ister istemez. Çünkü hepimiz bu gerçeğin içinde yaşıyoruz. İşte bu yazı kitabın eleştirisinden çok okurken zihnimde yarattığı tartışmanın ürünü olacaktır.
Son cümleyi tamamladıktan sonra da İncil’de geçen ve Hz. İsa’nın ağzından çıkmış şu ayeti hatırladım; “gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak.”
İnsanlık tarihi neredeyse iki bin yıldan beri gerçeği arıyor. Hatta yaşamın kendisi bile başlı başına bir gerçeği arama serüveni olarak nitelendiriliyor.
Peki, gerçeği, bulup bulmadığımızdan emin olamadığımız şu gizemli fenomeni bilmek, ona sahip olmak bizi gerçekten özgür kılıyor mu? Yoksa bir başka esaretin başlamasına neden mi oluyor?
Ortada neredeyse yıkılması olanaksızmış gibi görünen böylesine görkemli bir yapı varken bu da bir başka gerçeğin sonucu belki de ürünü olarak çıkmamış mıdır?
Belki de o gerçeğin kendisi içinde bulunduğu durumdan fazlasıyla memnundur veya onunla yaşamak arzusu içindedir?
Şu bir gerçek ki Mustafa Hoş’un kitabında anlattıkları “gerçeğin” ta kendisidir.
Ancak ortada bir Türkiye realitesi de vardır. Yani yakın komşumuz Yunanistan’dan bir o kadar da uzağız…
Yunanistan kendi gerçeğine uygun bir şekilde içinde değişim ve dönüşüm yaşarken Türkiye bana göre son yirmi yılın değil, 1971’den itibaren başlayan plan ve programla 44-45 yıllık bir sürecin içinde çizilmiş bir rotayı takip edip, izliyor.
Elbette Anadolu’nun sermaye birikimi belli bir seviyeye ulaştıktan sonra siyasette de etkin konuma gelecekti. Siyasetin üstyapı kurumunu belirleyen sermaye altyapısının etkisini görmezden gelemeyiz.
Çok yakın gelecekte Kürt sermayesinin de Türkiye’de etkisi hissedilecektir.
Bugün HDP ile sosyalist Syriza arasında benzerlik kuranlar, geçmişte AKP’den demokratik devrim bekleyenler gibi büyük hayal kırıklığı yaşayacaktır. Çünkü HDP de bir süre sonra Kürt sermaye sınıfının siyasetteki uzantısı, üstyapısı olacaktır; hatta ayrışmalar, bölünmeler olacaktır.
Kaçınılmazdır; gerçektir.
Türkiye’de sol sanırım sermaye sınıfı net bir şekilde kristalleşip belirginleştikten sonra kuramını ve örgütünü kurabilecektir.
Mustafa Hoş belki bize Türkiye’nin en kudretli kişisinin tarihi gelişim sürecini çok yalın bir dille ve çarpıcı bir şekilde anlatıyor olabilir; ancak kendisi de sanırım farkındadır anlatılan aynı zamanda Türkiye’dir.
Bazen kişilere odaklandığınızda görmeniz gerekenden uzaklaşıyorsunuz.
1980 askeri darbesini yapan ve darbe sonrasındaki Türkiye’yi planlayanların Kenan Everen ve dört kuvvet komutanının olduğunu düşünmek nasıl eksik ve hatta hatalıysa bugünkü Türkiye’yi tek bir kişiyle anmak, görmek, düşünmek yanlış olacaktır.
Kuşkusuz ne olup bittiğini, gerçeği bilmek önemlidir. Ancak tek başına bilmek özgürlük için yeterli değildir.
Kendi gerçeğinizi ortaya koymadan bugünkü gerçekle yetinemezsiniz.
O zaman 1845 yılında Sakallı bir filozof tarafından kaleme alınmış bir tezi hatırlamak duruma çok uygun düşer.
Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.
Son olarak kitaptan bir alıntı yaparak bitirelim.
“Sosyolojik ve demografik yapılar incelendiğinde Türkiye 13 yılda siyasal İslam’a ya da “ılımlı İslam’a” daha çok kaymadı. İslam’ın kılıf yapıldığı bir muhafazakârlaşma olduğu da bir gerçek. Ama muhafazakârlıkta muhafaza edilen daha çok “kârlılık” kısmı oldu. Zaten bütün döngü bu “kârlılık” sayesinde yürüyor.”