Dünkü yazımda AKP‘nin oyunun %40’ların altına nasıl iniyor olduğuna ilişkin bir projeksiyon yapmıştım. (*)
Peki, AKP bu duruma nasıl geriledi?
Buna verilecek önemli birkaç cevap var. Öncelikle omurgayı oluşturan nedenden başlamak daha doğru olur.
Türkiye tarihini sadece muhalif olmak üzere okur, anlamazsınız, hele tarihi rövanş almak üzerine görürseniz çok daha büyük bir yanılgı ile karşılaşmış olursunuz.
Cumhuriyetimiz parlamenter sisteme göre dizayn edilmiştir. Birinci Meclis’ten bu yana en etkili kurum Meclis olmuştur. Meclis’in dışına çıkan tüm unsurlar toplumda karşılığını bulamamıştır.
Atatürk bile Meclis dışına çıktıktan sonra aslında bir simge haline gelmiştir. “Yürütme” yani “Hükümet” ve onun başkanı dediğimiz “başbakan” sorumlulukların tüm sahibi olarak yönetimde iradi bir rol oynamıştır.
Celal Bayar-Menderes ikilisinde ön planda olan Menderes’tir.
Demirel’i Demirel yapan bu meclistir.
Aynı şey Özal için de geçerlidir.
Özal, 1989 yılında 12 Eylül Cuntası liderinin görevinin sona ermesinden sonra meclis iradesiyle Cumhurbaşkanlığı makamına çıkarken geride kısa bir süre sonra enkaza dönüşecek bir ANAP bıraktığının farkında değildi belki de.
Aynı şeyi 1993’te Özal’ın şüpheli vefatından sonra Demirel de yapacak, DYP’nin siyaset sahnesinden silinmesine yol açacak süreci kendi eliyle başlatacaktır.
Özal da Demirel de Cumhurbaşkanlığı makamını belki yıllarca süren siyasi mücadelelerinin karşılığında simgesel bir emeklilik ödülü olarak gördüler. Geride ne bıraktıklarını umursamadılar.
Özal yaşı itibarıyla belki 1996 yılında tekrar siyasete dönebilirdi ancak Türkiye gerçekleri buna izin vermedi.
Erdoğan öncesindeki bu büyük ve öğretici “değerli mirası” nasıl göremedi ya da değerlendiremedi bu soruyu sormanın zamanıdır.
Bana göre en büyük taktiksel yanlışı 7 Haziran seçimlerine Başbakan olarak değil de Cumhurbaşkanı olarak giriyor olmasıdır.
Erdoğan Meclis’in dışına çıkarak sadece siyasetten çıkmış olmadı, bir anlamda hükümet ve devletle olan ilişkilerinin arasına bir başbakanlık makamı koydu. Öyle ya da böyle binlerce yıllık devlet geleneğinden söz ediyoruz. Kimileri Türkiye’yi bir muz cumhuriyeti olarak görüyor olsa da çok köklü ve derin bir devlet geleneğimiz olduğunu bilmek, anlamak gerekiyor.
Osmanlı’da dahi Padişahlıkla Vezir makamı arasında ne büyük bir fark olduğunu biliyoruz.
Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak ister istemez AKP teşkilatından da uzaklaşmış oldu. Kimse onun sağa solu aramasını bir şey diyemez, ancak bir kurumun, örgütün içinde yaşamakla onu dışarıdan kontrol etmek arasında ne kadar önemli farklar olduğunu her fırsatta gözlemliyoruz.
Davutoğlu, Erdoğan eliyle o makama oturmuş olsa da başbakandır ve AKP genel başkanlığını yapmaktadır. İmza attığı makamın sorumluluklarını taşıdığından ister istemez kendi varoluşunun iradesini de yönetimine yansıtacaktır.
Erdoğan’ın bu süreçte dışarıdan müdahaleleri, yorumları siyaseten havada asılı durduğundan ve tam olarak nereye yerleştirileceği bilenemediğinden sistemin tam bir çelişkisi olarak ortaya çıkmıştır.
Başkanlık sisteminin bu sürecin içinde “okun yaydan çıktığı” şeklinde bir benzetmeyle işleme koyulmaya çalışılması, “parlamentonun bekleme odasına alınması” gibi yorumlar Türkiye’nin işleyen düzenini sarsmış, bana göre ters tepmiştir.
Oysa Erdoğan bir dönem daha Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı kalmasına izin verebilir, kendisi Yürütme’nin yani Hükümetin başında tüm süreçlerin iradesini siyaseten olması gerektiği gibi yönetebilirdi.
Başkanlık sistemine geçiş gibi bir plan, program varsa da bu süreçte Başbakan olarak sahada kalmasının ne gibi bir sakıncası olabilirdi ki?
7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine hükümetin ve parti örgütünün başında güçlü bir lider olarak girip, seçim kazanarak, başkan olmayı hak etmiş bir lider olarak çıkması eşyanın doğasına uygun olan davranıştır.
Şimdi ortada öyle tuhaf bir durum var ki.
Hükümet bir takım adımlar atıyor, uygulamalar ortaya koyuyor ancak diğer yandan Cumhurbaşkanlığı makamı bunu tekzip eden çıkışlarda bulunuyor.
Çözüm Süreci’ne yönelik 28 Şubat günü Dolmabahçe’de on maddelik plan açıklaması hükümet ve HDP milletvekilleri ile ortaklaşa yapılırken, Cumhurbaşkanı bunu reddedebiliyor.
Anlayabilmek veya takip edebilmek mümkün değildir. Buradan istikrarlı ve güvenli bir uzlaşma ya da yönetim çıkmasının olanağı yoktur.
Çözüm Süreci’nin de AKP’ye olan etkisini daha sonra konuşacağız.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na çıkışı taktiksel olarak da siyaseten de yanlış olmuştur. İster istemez parti örgütünü çatlatmıştır.
İşte 7 Haziran’a hazırlanan Türkiye’nin iktidar partisini belki de hükümetten düşürecek sürecin ilk adımı bu şekilde atılmıştır.
(*) http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/iste-akpyi-rahatsiz-eden-7-haziran-gercegi-99046