Siyaset, bir düşünce, fikri, ideolojisi olanın bunu ortaya koyacağı söz ve eylem yapma arenasıdır.
Demokrasi bunun için vardır.
Güzelliği toplumla dört ya da beş yıl arayla dinamik ilişkisinin olmasıdır. Toplum hem düşünce, fikir veya ideolojileri hem de bunlara ait pratikleri uygulamaya çalışanlara sürekli puanlama yapar.
Batı demokrasilerinde her siyasetçinin bu puanlamayla ölçülen bir “ömrü” vardır ve genellikle de iktidar olabilmekle değerlendirilir.
Örneğin İngiltere‘de hedefi iktidar olan İşçi Partisi ya da Muhafazakâr partinin lideri bunu gerçekleştiremediğinde görevi bunu yapacak yeni kadrolara devretmek üzere teslim eder. Bunun çok az istisnası vardır.
Ancak Türkiye gibi liderin kendisini toplumdan farklı, “seçilmiş kişi” gördüğü ülkelerde durum çok farklıdır.
Ecevit, 1970’li yıllarda kitlelerin umudu Karaoğlanı olarak İnönü’nün 1950’lerden itibaren devraldığı muhalefet lideri olma görevini bir iktidar alternatifine dönüştürüp, iki defa Başbakanlık makamına oturmuştur.
Aynı Ecevit 1980 darbesinden sonra Türkiye’deki sol temsilin bölücüsü olmuştur.
HP-SODEP-SHP çizgisine alternatif DSP’yi kurmuştur. DSP tamamen Ecevit’in varlığıyla anlam bulan ve onun sahneden çekilmesiyle yok olmuş bir partidir. “Demokratik Sol” olarak ifade edilen şeyin içeriğinde ne olduğunu kaç kişi anlamıştır? Sol tarafı nedir mesela?
Ecevit’in siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalması dramatik değil, trajiktir. Kameraların karşısına geçip, ağlamaklı bir şekilde Cumhurbaşkanını şikayet etmesi Türkiye’yi tarihinin en büyük krizine sokmuştur.
Türkiye’de bir başbakan ilk defa elden ayaktan düşmüştür ama buna rağmen hastane odalarından hükümeti yönetmeye devam etmiştir.
Nedir bu vazgeçilmezlik?
Ecevit çok iyi, dürüst bir insan olabilir, bu ayrı bir konudur ancak sosyal demokrasiye verdiği zarar, yaptığı tahribat Türkiye’nin siyasetini etkileyecek seviyelerdedir.
CHP‘nin içinden gelen ve daha sonra yine CHP’de birleşen HP-SODEP-SHP sosyal demokrat düşüncenin ağırlıkta olduğu bir örgüttür.
Bu örgüt 1987-89 arasında zengin kadrosuyla sosyal demokrat politikalar yürüterek toplumda heyecan yaratmış, 89 Yerel Seçimlerinde büyük başarı elde etmiş, 1991’de hükümet ortağı olup, daha sonra bir sürü sorunla gerilemiştir.
İşte bu geleneğin içinde Ecevit’in belki de 1970’li yıllarda en fazla rahatsızlık duyduğu Deniz Baykal tam bir hizip olarak Erdal İnönü’nün önüne defalarca Genel Kurul çıkarmış, her seferinde yenilmiştir.
Deniz Baykal’ın CHP liderliğine soyunması ve yıllardır aradığı Genel Başkanlığa yükselişi resmen uzak amcadan kalmış miras yoluyla olmuştur.
Dönemin iktidarı, 12 Eylül’de kapatılmış partilerin haklarını geri iade edince Deniz Baykal bir anda varlıklı CHP’yi kucağında bulmuştur.
Erdal İnönü’nün zaten zorla yaptığı siyasetten, Demirel’in Cumhurbaşkanı olmasından sonra çekilmesiyle SHP’de de yaprak dökümü başlayacak, kısa bir süre sonra da CHP’nin çatısı altında buluşulacaktır.
Deniz Baykal yaklaşık 30 yıl süren mücadelesinin sonunda CHP Genel Başkanı olarak siyaset sahnesinde lider vasfıyla boy gösterecektir.
Ancak Deniz Baykal’ın ne bir düşüncesi, fikri ne de ideolojisi vardır? Olmadığı için de toplum ona girdiği her seçimde“burada ne işin var bilmiyorum, seni de istemiyorum” mesajını vermiştir.
1999 Seçimlerinde aynen Deniz Baykal gibi söyleyecek bir ideolojisi kalmamış ancak konjonktüre bağlı olarak bir anda alternatif durumuna gelen Ecevit’in DSP’si karşısında %22’ye karşı %8,7 ile ağır bir yenilgi alıp, Meclis dışında kalmıştır.
Deniz Baykal üç sene süren nadas döneminden sonra Türkiye’yi yeniden dizayn edecek 2002 seçimleriyle Meclis’e ve CHP Genel Başkanlığına dönüp, yıllarca o koltuğu hiçbir şey söylemeden ve CHP’yi tamamen içi boş bir örgüt haline getirerek kronik muhalefet lideri olmayı kendisine yakıştırabilmiştir.
Az önce Ecevit’in yaptığı tahribattan söz ettik, Baykal’ın 2002 ile 2009 arasında yaptıkları bundan daha az değildir. CHP’nin bu kadar tutucu bir ulusalcı bir hale gelmesi, 1987-91 arasında Kürt Sorununun çözümüne katkı yaparken bu süre içinde bırakın çözümün üretmeyi, artık bölgeyle olan tüm bağını kopartacak hale gelmesi Baykal’ın liderliğindeki CHP’nin siyasi duruşuyla olmuştur.
Baykal’ın kendisine çok vazgeçilmez gelen varlığının sola, sosyal demokrasiye tahribat dışında hiçbir katkısı olmamıştır.
2002 seçimlerinden sonra AKP ve Erdoğan’la yaptığı pazarlıklar hep konuşulmuştur.
CHP liderliğinden çekilmek zorunda kalış nedeni bizim asla ilgilenmediğimiz bir komplo ile olmuştur. Ancak dünyanın hiçbir yerinde böylesi skandallar sonrasında bir liderin koltuğunda kalması mümkün değildir; Baykal zaten 1999 seçimleri sonrasında bir daha geri dönmemek üzere bırakması gerekirken, on yıllık bir gecikmeyle ayrılabilmiştir.
Girişte ifade ettim, siyaset bir sözü, düşüncesi, ideolojisi olan yer açmalıdır.
“Deniz Baykal’ın bize söyleyeceği ne kaldı? Dinlemediğimiz ne var?”
7 Haziran seçimleri için milletvekili aday başvurusunu öğrendiğimde ilk aklıma gelen şey bu olmuştu.
“Yetmedi mi? Neyin peşinde?”
Ön seçimde Antalya örgütünün Deniz Baykal’a kibarca “keşke aday olmasaydın” mesajını bile anlamaktan çok uzaktı.
Yeniden seçildi.
Kuşkusuz seçilen Deniz Baykal değil CHP’nin temsil sandalyesidir.
Yeni dönemde Meclis’in en yaşlı milletvekili olması nedeniyle de Meclis’te kürsüye oturma şerefine de ulaştı.
Yine fiili bir durum; CHP’nin mirasının üzerine oturmasına benziyor. Yaşına hürmeten kısa sürelik de olsa, belki daha fazla şimdi de Meclis’in Başkanı olacak.
Deniz Baykal dün bir kere daha sahne aldı.
7 Haziran gecesinden beri hayata küsmüş bir role bürünen Cumhurbaşkanı’nın halini hatırını sormak için kendisine görev edindi.
Kuşkusuz toplumdan tepki çekti.
Siyasetten çoktan çekilmiş, toplumsal olarak bir tabana hitap etmeyen bir kişinin Türkiye’nin en önemli bir tarih dönemecinde bu şekilde ortaya çıkması tartışmalıdır.
Demokrasimize ne katkı yaptığı bu kadar tartışmalı olan, demokrasinin kendisine verdiği mesajları hiçbir zaman dinlememiş bir kişinin bir ombudsman gibi devreye girmesi de ancak Türkiye’de olacak türden garipliktir.
http://twitter.com/uzaygokerman