Kafamda Bir Tuhaflık’ta anlatılan gerçek aşk!


Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık isimli romanını okurken içimden hep aynı şeyi tekrar ettim.

“Bu roman, Orhan Pamuk’un en iyimser ve insana umut veren eseri olmuş.”

Orhan Pamuk zor bir yazardır, aynı zamanda da karamsardır. Bütün romanlarında bu duyguyu ruhunuzun derinliklerinde hisseder, hücrelerinize kadar nüfuz ettiğini fark edersiniz.

Bütün kahramanları sürekli bir karmaşa içinde boğulmak üzere olan kişilerdir.

Bundan önceki son eseri olan Masumiyet Müzesi’ni çok zor tamamlamıştım. Bir daha okuma isteği de duymamıştım. Oysa Kara Kitap’ı üç, Benim Adım Kırmızı’yı iki defa okudum. Kara Kitap’ı daha da okuyorum, çünkü üzerinde çalışıyorum.

Kafamda Bir Tuhaflık taşıdığı iyimserlik havasıyla bir başka Rus klasiğine de götürdü beni.

2003 yılında okuduğum Dostoyevski’nin Budala isimli eserinde saflık derecesindeki iyilik timsali Prens Mişkin ile Bozacı Mevlut arasında gittim geldim.

Prens Mişkin’in de Mevlut da etrafında türlü hesaplar içinde olan kişiler olmasına rağmen tamamen içgüdüsel olarak geliştirdikleri ve çevrenin her türlü etkisinden uzak kişilik özellikleriyle açıkçası ortamlarına da bize oldukça yabancıdırlar.

Hatta “insanların düşüncelerini onları kuşatan maddi ortamları belirler” maddeci görüşle taban tabana çelişir, idealizme kayar.

Kafamda Bir Tuhaflık edebi eser olmanın merkezinden biraz uzaklaşıp, sanki Orhan Pamuk’un yabancı okurlarına Türkiye’nin yakın tarihini anlatma kaygısının ön plana geçtiği bir tarih kitabı olmuş.

İstanbul’a göçen köylülerin yarattığı gecekondu mahalleleri ve içinde yaşayanların hayat mücadeleleriyle şehrin gelişimiyle sürekli değişen yaşam koşullarının anlatıldığı romanda bu etkilere rağmen aynı kalmaya başaran bir Mevlut karakterinin öyküsünü takip ederiz.

Özellikle romanın son bölümünde uzun uzun anlatılan kentsel dönüşüm süreci kitabın tüm edebi havasına zarar veriyor.

Ancak son sayfalarda toparlanabiliyor.

Bu âlemin içine gizlenmiş bir baş­ka âlem olduğu ve ancak kendi içine gizlenmiş ikinci kişiyi dışarı çıkarabilirse hayalindeki âleme yürüye yürüye ve düşüne düşüne ulaşacağı da doğru olabilirdi. Mevlut şimdi bu âlemler arasında seçim yapmayı reddediyordu. Resmi görüş de doğruydu, şahsi görüş de; kalbin niyeti de haklıydı, dilin niyeti de… Bu da rek­lamlardan, afişlerden, bakkal vitrinlerine asılmış gazetelerden ve duvarlara yazılmış yazılardan çıkan kelimelerin Mevlut’a yıllardır söylediği şeylerin gerçek olabileceği anlamına geliyordu. Şehir ona kırk yıldır bu işaretleri ve kelimeleri yolluyordu. Mevlut da çocuk­luğunda yaptığı gibi, şehrin kendisine söylediği şeylere bir cevap verme dürtüsü duyuyordu içinde. Şimdi konuşma sırası kendisine gelmişti sanki. Mevlut şehre ne söylemek isterdi?

Mevlut’un şehre söylediği söz neydi peki?

Mevlut, sadece bir kere gözlerini gördüğü köyündeki kıza vurulur ve üç yıl boyunca aşk mektupları yazar.

Başlangıçta mektupların yazımı için bir arkadaşından yardım alır ancak kısa süre sonra içindeki o tutkunun da yardımıyla çok güçlü ifadeler çıkar ortaya ve artık mektupları kendi yazmaya başlar.

Başlık parası veremeyecek kadar fakir ve günlük kazandığıyla yaşayan biri olduğu için istese bile babasının vermeyeceğini bildiği için kızı kaçırmaya karar verir. Amcasının oğulları ve kaçıracağı kızın büyük amca oğluyla evli ablasının yardımlarıyla bir plan yapılır ve 13 yıl evli kalacakları Rahiya’yı alır İstanbul’a getirir.

Ancak ortada bir tuhaflık vardır.

Gözlerine vurulup, yıllarca mektuplar yazdığı kızı değil onun ablasını kaçırmıştır.

Bunun nasıl olduğunu yıllarca anlayamaz.

Aracın kasasını genç kızın üzerine kaparken bir şimşek çaktı, bütün gökyüzü, dağlar, kaya­lıklar, ağaçlar, her yer bir an uzak hatıralar gibi aydınlandı. Mevlut birlikte bütün bir ömür geçireceği karısının yüzünü ilk defa ya­kından gördü.

Mevlut saflık derecesinde iyi biri olduğu için Rahiya ile mutlu olacağını hisseder ve bu karışıklığın hayatını etkilemesini ve belirlemesine izin vermez.

Rayiha Mevlut’a güvenmiş, bütün hayatını ona teslim etmiş, he­nüz evlenmedikleri, hatta sevişmedikleri halde başörtüsünü çözüp güzel uzun saçlarını ona göstermişti. Mevlut onun uzun kıvrım kıvrım saçlarına bakarken sırf bu güven ve teslimiyet yüzünden Ra­yiha’ya bağlanacağını, onu çok seveceğini hissetti. Dünyada yalnız değildi. Rayiha’nın soluk alıp verişlerini izlerken mutluluktan içi içine sığmıyordu. Üstelik Rayiha, Mevlut’un mektuplarını okumuş, beğenmişti.

Rahiya, Mevlut’un gözlerine vurulduğu kız kardeşi kadar güzel olmasa da tam da kahramanımıza uygun bir eştir.

Mevlut her yatağa yattığında gerçek mutluluğun her sıkıntıda bedeninde huzuru bulduğu Rahiya olduğunu hissedecektir, sonuna kadar.

Mevlut, her fırsatta bu tuhaf karışıklık nedeniyle oluşmuş durumun yarattığı mutluluk için defalarca kere şükreder.

Mevlut ve Rahiya’nın aşkı romandaki diğer evliliklerden ve beraberliklerden farklı ve benzersizdir.

Mevlut çok sevdiği eşinin yokluğunu bütün hayatı boyunca derinden hissedecektir.

Romanın içinde tuhaf duruma dair güzel bir sorgulama da vardır.

İnsan, hiç tanımadığı ve tutku derecesinde bağlı olduğu, bu uğurda da mektuplar yazdığı, daha çok hayallerinde canlandırdığıyla mı yoksa kendisini tamamlayan, hayatını kendisiyle paylaşmaya hazır, tanıdıkça daha da bağlandığı, sevdiği kişiyle mi mutlu olur?

Yıllar sonra Rahiya, aslında kız kardeşine yazılmış aşk mektuplarının kendisine ait olmadığını öğrenir ve bu onu derinden etkileyecek bir kıskançlığa yol açar.

Mevlut o mektupları Rahiya’ya yazmamış olsa bile bunun hiçbir önemi ve değeri yoktur, çünkü o karısını çok sevmektedir, karısı bu soruyu sorduğunda da böyle söyler.

Ve Rahiya’nın yarattığı boşluğu hiçbir şey dolduramaz.

Kentsel dönüşüm projesi nedeniyle yüksek bir apartman yapılacak ve üç daire sahibi olacakları gecekondu arsasının muhtar tapusunu kendi adına çıkartmayı teklif eden, İstanbul’daki zorlu hayat mücadelesi nedeniyle bunu köydeki kız kardeşlerinden daha fazla hak ettiğini söyleyen amcasının bu maddi değeri çok yüksek teklifini hiç düşünmeden reddeder.

40 küsur yıl boyunca hiç bıkmaksızın ve şehrin her türlü değişimine karşın ısrarla boza satmaya devam etmesi Mevlut’un sadakat duygusunun ne kadar güçlü olduğunu bize gösterir.

Amcaoğlu kuzenlerinin kendisine sunduğu türlü para kazanma numaralarını reddeder. Kolay para kazanmak yerine Niyet’ine ve Kısmet’ine düşen ile yetinmeyi tercih eder.

Mevlut gerçek midir?

Gerçek nedir?

Moderne ayak uydurup, piyasanın, liberal ekonominin koşullarına göre hayatını düzenlemekse Mevlut gerçek değildir, hatta ona karşıdır ve öyle olduğu için de baştan yeniktir.

Gerçek, hayatın her türlü maddi dayatmalarına karşı duygu, sevgi, bağlılık, sadakatle kalmaksa Mevlut gerçektir.

Gerçek dört odalı küçük kalbinize sığdırdığınız ve her tarafa beraber götürüp, taşıdığınız zenginliğinizdir.

6 senede yazılmış bu eserin içinde bir yazıya sığmayacak derecede önemli detaylar var.

Orhan Pamuk çağımızın çok önemli bir yazarı olduğunu bir kere daha bu romanla göstermiş oluyor.

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: