7 Haziran seçimlerinin kritik sorusu şuydu;
HDP barajı geçip, Meclis’e milletvekili sokabilecek mi?
Soru bu olunca da seçimle ilgili tüm senaryolar ve projeksiyonlar buna göre yapılmıştı. Kuşkusuz buradaki psikolojik sınır %10’luk seçim barajıydı.
Birçok seçmen AKP’nin tek başına iktidar olmasını engellemenin yolunun HDP’nin bu barajı geçip Meclis’e girmesinden geçeceğine inandığından HDP’li olmasa bile bu partiye oy verdi.
Seçimlerden hemen önce yazdığım yazıda şu cümleleri kurmuştum.
2002’de iktidar olduğunda yapması gereken ilk iş %10’luk barajı kaldırmak olmalıydı. %50’ye dayanan bir güce ulaştığında bile bu barajın kalmasına direnmemeliydi. Çünkü 7 Haziran seçimleri bugün bu %10’luk barajı geçmesi istenen arzulanan ve bunun gerçekleşmesi için de normal şartlarda başka partilere oy vermeye alışkın seçmeni bile HDP’ye mührü basmaya zorluyor.
Bunun sonucu da muhtemelen HDP %10’un en az iki puan üzerine bile çıkacak bir sempatiyi de üzerinde toplamış oluyor.(*)
Altını çizdiğim cümle seçimlerden iki gün önce yazıldı ve 7 Haziran gecesinde bunun üç puan olduğu gerçeği ile karşılaştık.
Şu gerçek ki bu %10’luk baraj aynen korunduğu sürece olası erken seçimin sonuçlarında bir iki puan dışında bir fark oluşmayacaktır.
HDP’nin gerçek oy potansiyelini görebilmek için mutlak surette bu barajı %5 seviyelerine çekmek gerekmektedir.
AKP, seçim kanunu değiştirmeden bir erken seçime gidecek olursa bu Türkiye için zaman kaybından başka bir şey olmayacaktır.(**)
Yukarıdaki satırlar da 7 Haziran’dan sonra oluşan tablonun erken seçime zorladığı bir zamana karşılık gelen 13 Ağustos tarihinde yazılmıştı.
Türkiye yeni seçimlere de %10’lık barajla gidiyor ve yine HDP’nin bu barajı geçip geçmemesi kritik eşik olarak duruyor.
Ancak bu sefer psikolojik algı farklı yönde gelişiyor. 7 Haziran’da HDP’nin Meclis’e girmesini mutlak bir zorunluluk olarak görüp, aslında HDP’li olmasa da emaneten oyunu bu yönde kullanan seçmen bu sefer “nasıl olsa %13’lük oy aldılar, bir şekilde baraj üzerinde kalacaktır, benim oyuma ihtiyaç yok” şeklinde düşünebilir. Bu mutlak surette sandıktaki oy sayısına yansıyacaktır.
Sanırım anayasal olarak mümkün değil ancak bu baraj örneğin %5’ inmiş olsa belki ülkedeki gerçek oy oranları temsile yakın şekilde dağılmış olacaktı.
1 Kasım seçimlerinin cevabı aranan bir başka soru ise şu;
“AKP, tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde edecek sonucu alacak mı?”
İşte bu sorunun cevabını bulmak için 7 Haziran öncesinde nasıl hesaplar yaptıysak şimdi yeni tablolara ihtiyacımız olacaktır.
AKP, tablodan da takip edeceğiniz gibi 7 Haziran’da %40,87’lik bir oy topladı ve karşılığında 254 milletvekiline ulaştı.
Sadece matematiksel orantı kurarak; 276 sayısını elde etmesi için %44,4’lük bir oya ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bu da 7 Haziran’daki seçmen sayısına göre yaklaşık olarak 1.65 milyon kişinin oyunu AKP’den yana kullanması anlamına geliyor.
Peki, bu nasıl olabilir?
Kuşkusuz diğer partilerden alınacak oylarla.
Son seçim araştırmaları gösteriyor ki CHP %27’ye dayandı. Hatta kimi araştırma şirketlerine göre %30’luk psikolojik sınırı bile aşabilir.
Bunun iki anlamı var; ilki HDP’ye giden emanet oylar geri dönüyor, bir diğer olasılık da AKP’nin oy kaybediyor olmasıdır.
Bu senaryoda eğer CHP, AKP’den oy alıyorsa %44,4’lük yüzdeye ulaşması güçleşecektir.
AKP için en iyi ihtimal MHP’deki oyların kendisine akışını sağlamaktır ki bu yönde önemli bir eğilim olduğu da ortadadır.
Bir diğer uzak beklenti dört büyük parti dışındaki oylardan kendisine geçişleri sağlamak olabilir.
AKP’nin tek başına iktidar olabilmesinin yolunun bu olacağını tahmin ediyorum.
MHP’den yaklaşık bir milyon, diğer partilerden 600 bin kadar seçmenin oyunu alması veya bu seçime eklenen yeni seçmenden kendisi için gereken sayıyı toplaması…
7 Haziran’dan sonra PKK’nın anlaşılması güç bir şekilde yeniden çatışma başlatması HDP’nin elini çok zayıflattı. Bu nedenle HDP’ye emaneten oy vermiş seçmenin 1 Kasım’da oy kabinine girdiğinde mührü basması 7 Haziran’daki kadar kolay olmayacaktır.
Ancak bu durum İstanbul gibi büyük metropoldeki durumunu etkilemesinden öte bir sonuç doğurmayacaktır, HDP’nin özellikle kendi bölgesindeki oy oranında bir eksilme, haliyle de milletvekili sayısında bir düşme yaratmayacaktır.
Peki 1 Kasım’a dair genel projeksiyon ne olabilir?
Buraya kadar olaya AKP’nin tek başına iktidar olması çerçevesinden baktık, ancak ülkemizin gerçeği ne?
Bir ülkede 6 ay içinde 2 milyonluk oy bu kadar kolay şekilde hareket eder mi?
Yerleşik demokrasilerde böyle sonuçlar olmaz. Her ne kadar demokrasi konusunda çok iyi sınavlar veremiyor olsak da benim kişisel fikrim, Türkiye’nin demokrasisi de buna izin vermeyecek kadar güçlü olduğu yönündedir.
Zaten partilerin çıkarması gereken de sonuç budur.
Yunanistan örneği önümüzde duruyor; sene başında oyların büyük çoğunluğunu alan Syriza, aradan geçen sekiz ay sonra her türlü olumsuzluğa ve bölünmüşlüğe karşın neredeyse aynı oy sayısı ile çıktı.
1 Kasım seçimlerinde MHP’nin oyu düşebilir. Aynı da kalabilir? Bu düşüş eğer %3’ten fazla olursa bu durumda seçmen MHP’nin son 6 aylık performansından ve savunduğu şeylerden memnun olmadığı anlamına gelir.
Bu ne demektir?
1 Kasım’da AKP tek başına iktidar olacak kadar oya ulaşamasa da eğer seçmen MHP’den de oy alırsa bu durumda parti yetkilileri şu mesajı almalıdır; “son altı ayda yürüttüğümüz politikaları değiştirmelisiniz!”
Bu da kurulması muhtemel koalisyonda AKP’nin ortağı olmasıdır.
Türkiye’yi 1 Kasım sonrasında bir koalisyon hükümetinin beklediği bir gerçektir. Önemli olan bunun kimler arasında ve ne şekilde kurgulanıp kurulacağıdır.
(**)http://blog.radikal.com.tr/turkiye-gundemi/akp-erken-secime-yine-10-secim-barajiyla-giderse-109391