Temmuz 2006’da oynanan Dünya Kupası Finalinde Zidane Materazzi’ye sahanın ortasında kafa attığında tüm spor kamuoyu olayı anlayabilmek için bir açıklama bekliyordu.
O yıllarda “Üçüncü Dünya’dan gelen kafa vuruşu” diye bir yazı kaleme almıştım. O kafa aslında Avrupa züppeliği daha çok da ırkçılığına karşı atılmıştı.
Bildiğim kadarıyla Zidane yaptığı bu eylemden ötürü kimseden özür dilemedi.
Dün Arda Turan’ın önce Instagram sonra da televizyonda yaptığı açıklamaları dinledim.
Ne bir pişmanlık vardı ne de dilinde özür namına bir söz!
Olayın mazisi tam bir yıl öncesine dayanıyor. Avrupa Şampiyonası sırasında kampta yaşanan ve birden fazla oyuncunun karıştığı sonrasında Fatih Terim’in futbolcuları kadro dışı bırakmasıyla devam eden süreç araya giren kişiler nedeniyle tatlıya bağlanmıştı.
Biz bu olayın gerçek yüzünü ne Fatih Terim’den ne de futbolculardan dinleyebildik!
Çünkü ülkemizde kamunun bilgilendirilmesi diye bir sorumluluk bulunmuyor.
Kuşkusuz bir takım bilgilendirmeler de yapılıyor; olaya karışan kişiler kendilerine yakın gördükleri gazetecileri, televizyoncuları ikili görüşmeleri sırasında bilgilendiriyorlar. Böylece hem onlar büyük habercilik yapmış oluyorlar hem de sır daha da gizemli hale bürünüyor.
Oysa habercilik demek yakın ilişkileriyle gazeteye, radyoya, televizyona haber servis etmek anlamına gelmemelidir.
Zaten habercilikten, gazetecilikten neler anlaşıldığını 3 Temmuz’da gördük. İşte en büyük fırsat ayağa kadar gelmişti. 3 Temmuz’da da habercilik FETÖ’nün servis ettiği kumpas bilgilerini aktarmanın ötesine geçmedi.
Neyse…
Doğru iletişim modeli bilgilendirme olmalıdır.
Bugün kamuoyunun bir bölümü olayın mağduru Bilal Meşe’yi Fatih Terim’in adamı olarak görüyor. Hatta sırf bu nedenle mağduriyeti konuşulmuyor; o yumruğun Bilal Meşe’ye değil, Fatih Terim’e atıldığını iddia ediyor.
Ne şimdi bu?
Kara mizah mı?
Fatih Terim olaydan sonra defalarca kere televizyonların karşısına geçti ama ne konuştu? Şifreleri bir kaç kişinin yorumlarının arasında bulduk.
Neydi bunlar; Milli Takım içinde bazı futbolcular Fatih Terim ile prim pazarlığı yapmıştı.
Biz bunu ilk defa mı duyduk?
2002’de Dünya Kupası Finallerine giden takımın oyuncuları da prim pazarlığı yapmamış mıydı? Sonra o primlerin hangi yollarla nerelere gittiğini de öğrendik.
Milli Takımın kırk yılda bir elde ettiği başarıların ödüllendirilmesi kuşkusuz beklenti yaratıyordu.
Türkiye’nin 2016 Avrupa Şampiyonası finallerine grup maçlarını 3. tamamlayıp, nasıl büyük tesadüflerle kaldığı ortadadır.
Türkiye kazanacak, Kazakistan deplasmanda yenecek, bilmem şu ülke berabere kalacak, diğeri hiç olmadık takımı yenecek de biz bir gol fazlasıyla en iyi üçüncü olacağız.
Sonra; bu takım başarılı, milli forma, alın terimiz falan…
Geçiniz. Alın teri muhabbetini bize pazarlamayınız.
Varsa bir haksızlık Arda Turan ya da adı her kimse çıkar ortaya kamuoyunu bilgilendirir. Nedir bu gizli kapılar ardında kulis yapma gayreti?
Peşinden Kurt Kanunu, Kurtlar Vadisi stratejileri…
Köşede adam sıkıştırma…
Evinden adam aldırma…
Mafyatik yöntemler…
Pusu kurma…
Sonra da delikanlılık muhabetleri yapma…
Fatih Terim de futbolculuğu döneminde adam dövmekten arandı. Mahkemelik oldu. 40 sene sonra onun yetiştirdiği topçu da aynı yolu izliyor.
Ne değişiyor?
Kim kimin ürünü?
Her fırsatta adamlık dersi vermeye çalışanların en küçük olay karşısında aynı tutumu takınmayacağını söyleyebiliyor muyuz?
Hayır!
Merak etmeyin, çabuk unutulur. Bu da geçer. Neler neler geçmedi ki?
Arda Turan bizim çocuğumuz affedilir. Hatta bir kaç sene sonra futbolu bıraktıktan sonra kimbilir Fatih Terim’in yardımcısı olur, bir kaç sene sonra teknik direktör olarak futbolcu kardeşlerine adamlık, hayat dersi verir.
Türkiye bu!
Hepimiz önce aynaya bakacağız.
Hangi tarafta durduğumuzu kendimize soracağız.