Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi’nin çıkardığı Athletics 2012 Kış sayısında yayınlanmıştır.
Geride bıraktığımız yüzyıl boyunca kadınlar eşitlik ve özgürlük mücadelesi verdi. Çağlar boyunca erkeğin egemenliği ve boyunduruğu altında yaşayan insanın dişi varlığı özellikle sanayi devriminin hızlanması, savaşlar sonucu erkek nüfusun azalmasının da etkisiyle ekonominin içinde daha fazla görünmeye başlamıştı.
Kısa bir süre sonra bu sosyal yaşamı etkileyecek; kadın erkeğin rollerini paylaşarak modern yaşamın şekillenmesini sağlayacaktır.
Kadının özgürleşme ve eşitlik mücadelesi boyunca erkeğin yaptığı her işi yapmaya soyunması bir süre sonra doğanın kendisinden kaynaklanan cinsiyet farkı ve kadının doğa içindeki yerine ait anlamını unutulmasına dönüşmüştür.
Oysa doğanın her boyutta yeniden yaratılması sürecinin merkezinde kadın vardır.
Kadın dişiliğini unuttuğu ya da doğanın ona verdiği anlamı yitirdiğinde daha da kötüsü terk ettiğinde hiç kuşkusuz toplumsal yaşamdaki bütün süreçler bundan doğrudan etkilenecektir.
Kadının ilişkiler içindeki yerinin artık geri dönülmez şekilde netleştiğini düşünüyorum.
Yeni milenyum kendi paradigmasını üretmek zorundadır.
Bu, eskisinden başka nitelikler, anlamlar, ilişkiler içermelidir.
Geçtiğimiz yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren spor olayları her anlamda ulusların, halkların, kıtaların birbirleriyle olan ilişkilerini etkilemiş ve hatta değiştirmiştir.
Olimpiyat oyunları başlı başına dev bir organizasyon olurken, zaman içinde futbol, basketbol, voleybol, yüzme, tenis, atletizm şampiyonaları ve saymadığımız daha nicesi büyük spor olayları haline gelmiştir.
Rekabet, mücadele insanların ilgisini çekerken bunun içinde yer alan sporcuların kişilikleri ve kimlikleri ön plana çıkıp popülerleşip, model insan olmuşlardır.
Hiç kuşku yok ki bu kişilerin olağanüstü etkileri yaptıkları sporlara karşı daha büyük bir tutku ve takip etme isteği yaratmıştır.
Spor tabana doğru yayılmış, sağlıklı yaşamın hem aracı hem de amacı olmuştur.
Bu elbette şehircilik ve kent planlamasının içinde de köklü değişimler getirdi. Artık insanların topluca spor yapabileceği geniş alanların tasarımı planlamacılığın teorisinde olan ancak hiçbir zaman gerçekleştirilemeyen bir düşünsellik olarak kalmadı aksine zamanımızda kişilerden gelen büyük bir taleple hayata geçirilen bir eyleme döndü.
Bjong Börg, John McEnroe, Navratilova, Sabatini, Steffi Graff bundan 25-30 yıl önce çok önemli tenisçiler olarak izlediğimiz ve büyük keyif aldığımız sporculardı. Bir kısmını siyah beyaz veya henüz renklenmiş ekranlarımızda izlediğimiz ve büyük hayranlık duyduğumuz bu oyuncuların yerini son yıllarda sayıları sürekli artan yeni oyuncular aldı.
Bugün Federer, Nadal, Djokoviç, Maria Sharapova, Ana İvanoviç, Henin, Williams kardeşler, Davenport, isimleri sadece çok kazanan sporcular arasında anılmıyor, tenis sporunun vizyonunu temsil ediyorlar. Onlar sayesinde tenis sporu çok daha fazla ilgi görüyor.
Jimnastiğin güzel yüzü Nadia Comaneci küçük yaşta elde ettiği altın madalyalarla 1970’li yılların çok bilinen ismiydi. Soğuk Savaş’ın sosyalist tarafının temsilcisiydi. Başarısı aynı zamanda düzenin ve politikalarının sonucu olarak yansıtıldı. Sporun o zamanlar böylesi bir misyonu oldu.
Bugün jimnastik birçok çocuğun sporla ilk tanışmasının kapılarından biridir.
Türkiye’de…
1980’li yılların hemen başında televizyonumuzun en sevilen dizisi Beyaz Gölge’nin Türkiye’nin bugün basketbolda geldiği seviyedeki katkıları tartışılmazdır.
Bugün ilköğretim çağına gelmiş her on çocuktan en az beşi basketbola ilgi duyuyor ve oynuyor. Üstelik bu çocuklar ilk gençlik çağına kadar bu ilgilerini devam ettiriyor, çeşitli kademelerdeki liglerde lisanslı sporcu olarak mücadele ediyorlar.
Ülkemizin birçok şehrinde yepyeni kapalı spor salonlarının yapılması bir anlamda dipten gelen bu tutkunun sonucudur. Basketbolun artık yerleşik bir altyapısı vardır ve bu kendisini yenileyebilmektedir. Böylesi güçlü bir kaynak da sürdürülebilir başarının nedenidir.
Voleybolda Eczacıbaşı ile başlayan popülerleşme süreci Vakıfbank, Güneş Sigorta, Halkbank, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın katkıları ile büyümüştür.
Futbol konusuna şimdilik hiç girmeyelim, oradan çıkamayız.
Adam olacak çocuk…
Sanırım, yavaş yavaş yazımızın içinde vermeye çalıştığımız mesajla ilgili bir şekil ortaya çıktı.
Günümüzün en büyük sorunlarından bir tanesi gelecek planlaması ve haliyle eğitimdir. Çocuklarımızın nerede okuyacağı, hangi üniversiteye gideceği ve büyüyünce ne olacakları soruları herhalde son 30 yılın temel fenomenlerindendir.
Bu nedenledir ki eğitim sistemimiz her üç yılda bir değişmektedir. Arayış hiç bitmiyor. Çünkü ortada bir eşitlik yok. Sınırlı sayıda düzgün ve köklü eğitim kurumlarına girebilmek için çocuklarımızın çocuklukları gasp ediliyor.
Sabahın tan vaktinde yollara dökülen süt kuzusu beyinler sene sonunda girecekleri sınavlarda başarılı olabilmek, arkadaşlarının önüne geçip o sözünü ettiğimiz kurumlara girmek adına lüzumsuz bilgilerle dolduruluyor.
Anne ve babalar yıllarca kendilerini öğütmekle kalmamış, mutsuzlaştırmış bu sisteme çocuklarını teslim ederken aslında bir bakıma çaresizliklerini itiraf etmektedirler.
Başka bir yolu yok mu?
Başka yolları var!
Spor yeniçağın paradigmasını değiştirecek o potansiyeli içinde taşıyan çok önemli bir eylem yoludur. Çocukların hayatla sağlıklı iletişim kurmasını sağlayacağı gibi evlerde, internet kafelerde sıkışmış yaşamlarına doğru bir pencere açılmasının aracı olacaktır.
Şehirlerin büyümesiyle doğal olan her şey yapaylaşır ve sıradanlaşırken çocuklara da hareket alanı bırakmamaktadır. Site konutçuluğunun göstermelik bir iki spor sahası dışında hiçbir anlayış göstermediği bu çocuklar fast food beslenmenin yanında evlerine tıkılıp bilgisayarlarının başından hiç kalkmaksızın gerçekle ilgisi olmayan tuhaf bir Matrix’le ilişkiye geçiyorlar.
Matrix’ten uzaklaştıkları zamanlarda da okul, dershane ve özel öğretmenlerin masalarında şifrelenmektedirler.
Her çocuk giderek daha fazla içine kapanırken, diğerlerinin kim olduğu ve kendisi için ne anlam ifade ettiğini unutmaktadır.
İşte bütün bu düzeni kıracak, doğal yaşamın yeniden kurulmasını sağlayacak varlık kadınlardır, annelerdir.
Dişiliklerini hatırlayacak, insanoğlunun yok oluşuna izin vermeyeceklerdir.
Kadınlar…
Çocuklarına yürümeden önce yüzmesini, koşmadan takla atmasını, topun gerçek anlamını öğreteceklerdir.
Korkmadan kalabalıklara karışacak, taraf olmanın keyfini yaşatacak; sevincin de üzüntünün de doğru anlamını gösterecektir.
Kazanmak ve kaybetmek, rekabetin nasıl gelişmenin öncü gücü olduğunu hissettirecektir.
Sonra çimlere, salonlara, havuzlara, pistlere götürecek, onu sporun içine teslim edecek ve her şeyden çok destekleyecektir.
Kendi çocuğunun formasını giydiği takımın sonuna kadar yanında olacak, ancak rakip takımın güçsüzlüğü, yenilgisi ve başarısızlığı ile dalga geçilmemesi gerektiği tribünlerde davranışlarıyla anlatacaktır.
Sakatlana eğer rakip oyuncuysa ona moral alkışı yapacaktır.
Taraftarlığın itici görünümünü yeniden tasarlayacak, yapacaktır.
Sporun erkeklere ait bir hobi, tutku olduğu yanılgısının üzerini çizecektir.
Elbette sevgisini vererek gerçekleştirecektir.
Kadının olduğu yerde güzellik, düzen, estetik, üretim, çoğalma, yenilenme vardır.
Kadının olmadığı yerde de kendi kendisini yok eden, tekrarlayan, yineleyen bir tüketim vardır.
Dergiyi okumak için; http://issuu.com/sporkurulu/docs/athletics5.sayi