Başka bir yol bulalım…


Gitmenin ve kalmanın çok zor olduğu bir yere geldik; ne yapacağımız konusunda bir fikre sahip olmak için çaba harcıyoruz.

Ne zor değil mi?

Nasıl olacak, gelecekte ne yapacağız, nasıl gelişecek? Hep bir kaygı var. Üstelik bu kaygıyı nasıl yarattığımızın da asla farkına varamıyoruz.

Hatırlar mısın okul çıkışı Ortaköy’e iner orada çaybahçesinde saatlerce birbirimize şiirler okurduk.

“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var…”

Sonra dönüş yolunda Beşiktaş’a doğru yürürken bu sefer şiirleri doğru ezber yapmış mıyız diye tekrar ederdik; sen daha çok benim yanlışlarımı düzeltirdin. Çünkü ezberim hiç iyi olmadı.

Ne çok güler, eğlenirdik!

Dolu geçen zamanlar, değerli anlar, bir dakikası bile harcanmayan, özen ve itina gösterilen dakikalar, saatler…

Her şey ne güzel başlar değil mi? Peki neden aynı heyecanı sürdüremedik? Her geçen gün araya giren kapatılması güç mesafeler boşluklar nasıl oluştu?

Birbirimizden ne kadar da uzaklaşmışız öyle; şimdi ancak böyle bir zamanda hatırlayabiliyor, nerede yanlış yaptığım konusuna zihnimi çalıştırıyorum.

Uzunca bir süre okulda bizi izleyenler “sevgili olup olmayacağımız” konusunda sürekli kendi aralarında ve bizimle konuştular.

Ne çok şey söylediler, ürettiler.

Oysa sen ve ben sadece yürüyorduk yollarda hiç bir hesabın içine girmiyorduk. Hesap yapmamızı gerektirecek bir anlayış, beklenti yoktu.

Belki sen de ben de çok iyi biliyorduk geleceğin bizim için bir hayat öyküsü olduğunu.

Şairin dediği gibi her ne yaşıyorsak yoğunluğuna olmalıydı.

Ada’dan dönerken saatimin camını dirseğinin bir darbesiyle kırmıştın. Ne anlama geldiğini uzun uzadıya ancak şimdi ayırt edebiliyorum; zamanı durdurmak istiyordun.

Keşke tam da o an bunu anlamış olsaydım!

Zaman akıp geçtikten, bir sürü anlaşmazlıklar, sorunlar, içinden çıkılmaz çelişkiler birikmeden, toplanmadan önce o gün bilseydim.

Keşke dememek için hayatın elimizden kaçıp gitmesine izin vermememiz gerekiyor.

Biz öyle miydik?

Geçen yılları bazen buruklukla anımsıyorum; yıllar önce yine böyle bir bahar gününde Taksim’de AKM’den çıkıp İstiklal Caddesine doğru yürürken ilk defa elimi tuttuğunda o ana dair bir irade sergiliyor, bize ilişkin yeni bir başlangıç yapmamızı sağlıyordun.

O elin sıcaklığını şimdilerde yüreğimde hissediyorum, bunu anlatacağım sana…

Cadde boyunca yürürken hiçbir şey konuşmuyor, sadece birbirimizle olan bu ilk temasın tadına varıyorduk. Dokunmak hissetmektir; hislerimiz bizim en önemli değerlerimize dönüşürler.

Unutulmazlar!

Sevgiyi besleyen, güçlendiren ve sonrasındaki zamana taşıyan duygularımız buradan doğar.

Sinemaya nasıl girdiğimizi hatırlamıyorum bile; bildiğim tek bir şey var herşeyin birbirini tamamlarcasına seri, peşpeşe ve kendiliğinden olduğu, hareket ettiğiydi.

Biz akıyorduk, yeri geldiğinde çağlayana dönüşüyorduk.

Ölü Ozanlar Derneği…

“Captain my Captain!”

Bir edebiyat hocası öğrencilerin hayatını değiştirebilir mi? Şiir sevmeyen bir gençlik nasıl olur da şiirsiz yapamaz hale gelir?

Mr. Keating bir gün öğrencilerini okulun müzesinin önünde toplar. Eski öğrencilerin siyah beyaz fotoğraflarının önünde onların genç arkadaşlarına verdikleri öğütü fısıldar:

“Carpe diem!”

Nasıl unuttuk biz bunu?

İşte tam da bu şekilde yaşamayı biliyorduk. Sinema salonuna kadar tam da öyle gelmiştik. Aylarca en küçük zamanı bile ortak bir şeyler üretebilmek, paylaşabilmek için geçirmiştik.

Sonra?

İşte o sonrasını hatırlamıyorum; değişen ne oldu, nasıl dağıldık ve kendi akıntımız yerine herkesin sürüklendiği kargaşanın içinde kaybolduk?

şarkısını yitirmiş sesler
gençliğini yitirmiş yüzler
evlerini yitirmiş sokaklar
kaç hayat yaşayacaklar daha?
daha kaç hayat yaşayacaklar?

Dedim ya elinin sıcaklığını yüreğimde hissetmeme rağmen zaman zaman birbirimizi göremeyeceğimiz kadar uzak düştük birbirimizden.

Sesimizi duyurmak için yapmamız gereken tek bir şey vardı; bağırmak!

Senin bana benim sana ulaşabilme yolarımızın üzerine sürekli birileri, engeller çıktı ve biz bir türlü onların arkasındaki varlığımızı göremedik.

Yabancılaşma dediğimiz de bu olsa gerekir.

Sanırım artık ne olduğunu biliyorum. Elimden kayıp giden şeyin farkına vardım.

Nereye yetişmeye çalışıyoruz ki? Sürüklendiğimiz bu kalabalığın içinde ne tarafa gidiyoruz, biliyor muyuz, farkında mıyız; kendi yolumuzu neden bulamıyoruz da birilerini takip etme ihtiyacı duyuyoruz.

Yüksekçe bir yer buldum kendime, yukarı çıkıp aşağıda olan biteni izlemeye koyuldum.

Evet, bi dur ya!

Nereye kadar?

Şimdi seni daha rahat görebiliyorum. Üstelik hiç dikkat etmediğim kadar başka yaşamlar sürüyor olduğumuzu kahrederek izliyorum.

Bakışlarından gelen cesaretle elimi uzatıyorum sana doğru ve çağırıyorum.

Sana hiç bilmediğin bir şey söylemiyorum, sadece anı yaşayarak başlayabiliriz diyebiliyorum.

Hadi önce elimi tut, yukarı yanıma gel ve bir süre burada etrafı izledikten sonra kendimize başka bir yol bulalım.

O şarkıyı dinlemeye devam edelim…

unutlur mu yoksa birgün
sesler yüzler sokaklar
bunca yaşamışlıktan sonra
hiç unutulmayacaklar
hiç unutulmayacaklar…

http://twitter.com/uzaygokerman

uzaygokerman@gmail.com

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: