Adam olmanın ne kadar zor olduğunu bildiğimiz bir dönemde tek başına kadın olarak var olma, yaşama mücadelesi başlı başına bir iş olsa gerekir.
Kadın olmak!
Kapitalizm önce insanı feodal bağlardan kurtardı; sonra tek başına hareket edebilme yeteneğine sahip birey yarattı.
Birey her ne kadar insanı tarif eden bir kelime, kavramsa da aslında erkeğin tragedyasından başka bir şey değildi. Erkek, zaman zaman sadece kendisi için, çoğunlukla da ailesi için bu mücadeleyi verirken kadın hep yardımcı rollerde oynuyor, görev alıyordu.
Bu nedenle 20. yüzyılda erkeğin dünyasına, dramasına, trajedisine dair şeyler okuduk, dinledik, izledik.
1968’den sonra artan özgürleşme hareketiyle kadın “ben de varım” dedi ve sahne aldı. Kadının bireyleşme mücadelesinin çizgisi erkeğinkinden temelde farklılıklar gösterdi. Erkek, sistemin içinde hem ezen hem ezilen olarak bulunuyor ve aslında hedef her şekilde ezen, kazanan, güçlü olmakken; durum kadın için başka anlamlar ifade etmektedir.
Kadın sistemin içinde varoluş savaşı verirken bir taraftan erkeğin baskısından da kurtulmak, ona rağmen ve onunla eşit olmak için savaşmaktadır.
Erkek için hayatta kalma süreci kaba kuvvete kadar indirgenebilecekken kadın için bu mümkün değildir.
Bir kadının erkek karşısında güce dayanan bir mücadelede hiçbir şansı yoktur.
Kadın aynı zamanda sistemin çok önemli bir metasıdır. Alınır, satılır, kiralanır, kullanılır. Erkeğin zevk ve eğlence aracıdır. Çağlar boyunca bu realite yaşanmıştır.
Kadın bu durumu çaresizce kabullenmiştir ve maalesef süreç aynen devam etmektedir. Kadının çoğu zaman başka bir seçeneği de yoktur.
Buraya kadar olan süreci zaten hepimiz ezbere biliyoruz, değil mi?
Son yıllarda kadınların hayatlarına dair daha sıklıkla okuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz. Çünkü kadın artık aktif olarak hayatın içine girdi ve çağın bilgi, demokrasi, teknolojiye dönük yaşam şartlarında erkekle eşitlenmeye başladı.
Kadınlar kapalı kutuyken giderek açıldılar.
Duygularını paylaşmaya, arzularını, isteklerini dile getirmeye başladılar.
Alternatifler yaratabilecek bir dünyanın içinde “hayatta kalma mücadelesi” başka bir forma dönüştü.
Geçtiğimiz yüzyılda erkeğin tragedyası varken, içinde bulunduğumuz zamana kadın da eklenmiş oldu.
***
Dilek Neşe’yi 3 Temmuz sürecinde Twitter‘da tanıdım.
O tarihte ortak amaç ve paylaşımlar Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durumdu.
İlk defa bir araya sürecin içinden doğan kitaplarımız vesilesiyle Aykut Kocaman’la buluşmamız sırasında geldik. Kişi olarak tanıdığımı söyleyemem. Hayat karşısında duruş paradigması hakkında bir şeyler söyleyebilirim ancak.
“Denizin Hikayesi” ile duygu dünyasıyla ilgili de fikir edinme şansı elde ettim.
Her metin kişiye ait bilgiler, mesajlar içerir. Metnin aldığı formla bu çeşitlilikler gösterir. Roman gerçekten bu yönden fazlasıyla zengindir.
Roman kahramanı Mahur ne kadar Dilek Neşe’dir bunu bilme şansımız yok. Ancak anlattığı öyküyü okumak için Mahur’un gerçekte kim olduğunu bilmemize gerek yok, önemli değil. Çünkü zaten okurken onun bize hiç de yabancı olmadığını hemen ayırt edebiliyoruz.
Temmuz ortasında Moskova’ya gittim. Moskova’daki sosyal yaşamın içinde kadının ne kadar rahat yaşadığına şahit oldum. Gece saat 00.30’da giyimi kuşamıyla havasıyla olağanüstü derecede alımlı kızların kadınların tek başlarına metroda özgürce seyahat edebiliyor olmaları benim için ilgiyle izlenen bir durumdu.
Bunun karşılığını Türkiye‘de bulmak neredeyse mümkün değildir. Tek başına gece yarısı metroda yolculuk yapan bir kadın imgesi toplumumuzun çoğunluğunda maalesef bambaşkadır. Öyle olduğu için de o kadın sarkılacak, yararlanılacak bir şey olarak anlaşılır.
Tek başına yaşayan kadın? Hele bu kadın kadınlığını da yaşamak istiyorsa!
Türkiye bu haliyle Ortadoğuludur ve öyle kalmaya da mahkûm görünüyor.
Oysa kadınlar bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın olarak var olabilme mücadelesini çoktan başlattılar.
Son yıllarda kadınlara yönelik artan şiddetin geri planında da bu var zaten. Kadın erkeğe karşı duruş sergiliyor, direniyor, karşı koyuyor, savaşıyor. Bu özgürleşme hareketidir.
Erkek buna hazır mı?
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de kitap okuyan nüfusun büyük bir çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Erkekler bir süre sonra kendilerine biçilen role dönerken bilinç seviyesi olarak da çok gerilere gidiyor.
Bu haliyle kadını anlaması zaten mümkün değilken kadının bir de karşısına eşit olma tavrıyla dikilmesini anlayamıyor, kabullenemiyor.
Biriken o kadar çok kadın öyküsü var ki!
Erkeğin dünyasına dair çeşitlilik hızla azalırken, kadınınki giderek zenginleşiyor.
Erkek, kadını anlamak istiyor mu?
Kadın erkeğin dünyasında ne ifade ediyor?
Bunun erkek için tek bir cevabı olduğunu biliyoruz; aslında erkeğin istediğini kadın da talep ediyor, belki erkekten daha da fazla istiyor ancak bunu yaşarken duygular ön plana geliyor.
Dedim ya Ortadoğuluyuz ve erkekler adına konuşmak gerekirse çok daha uzun süre kadını anlama derdimiz olmayacak; çünkü bir şekilde isteklerimizi yerine getirecek kadınlar olacak etrafımızda.
Çünkü hayat öyle ya da böyle çeşitliliğiyle var.
Her ne kadar Ortadoğulu olsak da küreselleşen dünyanın etkileri bizi de sarıp sarmalayacaktır. Hiçbir ülke sınırlarını sımsıkı kapatıp onun içinde kendi düzeniyle yaşama olanağına sahip değil.
Küreselleşen dünyanın dayattığı şey nedir peki?
Tüketmek! Alış veriş, daha çok şeye sahip olmak, yetinememek, doyumsuzluk!
Hiçbirimiz kendimizi bunun cazibesinden kurtaramıyoruz. Her şey bir cep telefonuna, güzel bir elbiseye sahip olmakla sınırlanabilse keşke…
İlişkiler! En büyük yarayı insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiler alıyor. Artık uzun soluklu ilişkilerin daha az yaşandığı bir zamandayız. Issız Adamların Kadınların çağındayız.
Hiç kimse birlikte olduğu erkek, kadınla gece aynı yatakta yatarak uyumak istemiyor. İşi bitti mi oradan ayrılmak istiyor.
Sevgi, aşk, tutkular başka çağın değerleri ve geride kaldılar! Bu duruma ayak uyduramayanlardan biri Dilek Neşe Açıker ve farklı bir yöntemle anlatıyor öyküsünü; çok dolmuş belli ki ve söyleyeceği çok şey var. Karşısındakinin ne dediğinden çok kendisininkini ön plana alıyor.
Açıklık ve samimiyetle ifade edilenin yanı sıra aslında söyleyemediklerini de ayırt ediyorsunuz.
Belki söylenemeyenler için bir başka kitap hazırlığı var.
Söyleyemediği şeyler için onu eleştiremeyiz, çünkü öyle bir ortamda yaşıyoruz samimiyet aynı zamanda sizin dezavantajınız oluveriyor.
Romanın kahramanı bu süreci bir taraftan yaşarken diğer taraftan da öğreniyor.
Ancak yol çok uzun ve sadece Mahur’un anlattıklarıyla bitmez.
Denizin Hikayesi benim e-kitap formatında okuyup bitirdiğim ilk kitap oldu. Bu da yeniçağın yeni alışkanlığı; yazara kitabı nasıl imzalatacağımızı bilmiyoruz.
http://twitter.com/uzaygokerman