Sn. Vuslat Doğan Sabancı Medya Zirvesi 2014 kapsamında gerçekleştirilen tartışmada Sosyal Medya’nın gücünden söz ederek, okurun sürece dahil edildiğiHürriyet Sosyal isimli projeyi anlatmış.
Gezi Olayları sonrasında hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, okuyucunun sürece aktif olarak katıldığını, yazdığını, çizdiğini ve bunun da ne kadar dinamik bir etki yarattığının altını çizmiş.
Aslında bu süreç Gezi Olaylarıyla başlamıyor.
3 Temmuz 2011 günü Türkiye‘de milyonlarca kişiyi yakından ilgilendiren bir operasyon başlatıldı. Özel Yetkili Mahkemeler o güne kadar Ergenekon, Balyoz, KCK ve Odatv gibi davalarla gündeme gelmişken, Fenerbahçe üzerine yapılan bu hareket belki de yolunda giden bir çok şeyin sorgulanmasına ve değişmesine neden oldu.
Kuşkusuz söz ettiğimiz davalar da toplumda ses getirmiş sorgulanmıştı. Ancak kalabalıklar ilk defa 3 Temmuz’la birlikte sokağa indi.
10 Temmuz 2011 günü Bağdat Caddesi’nin boydan boya yürüyen o devasa kalabalık mücadelesini tam üç seneden beri bıkmadan sürdürüyor.
Adil yargılama bekliyor.
Ucu Gezi Olaylarına kadar gidecek bu hareketlilik tabanda tamamen kendiliğinden örgütlenmiş bir oluşumdu.
Bu sürece ben de o tabandan gelen sosyal medyanın bir üyesi olarak omuz verdim, destek oldum.
Anlamaya, yorumlamaya çalıştım.
3 Temmuz’da Fenerbahçe Kulübü bütün kurumlarıyla ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette süreci izlerken arkasında bulduğu bu kimsenin beklemediği toplumsal destekle bir anda iktidara bile kafa tutan bir güce dönüştü.
Bugün 3 Temmuz adaletine kimse güvenmiyor.
3 Temmuz adeletine duyulan güvensizlik iktidarın kendisine yönelen 17 Aralık Operasyonuyla zirveye taşınmıştır. İktidar bile 17 Aralık’ı anlatabilmek için 3 Temmuz’un yarattığı toplumsal etkinin aurasını kullanma ihtiyacı hissetmiştir.
Gezi Olayları hükümetin sandığının ve göstermeye çalıştığının aksine toplumsal tabanda, kendiliğinden oluşmuştur. Kuşkusuz kalabalıklar herkesin ilgisini çeker; yönetmek ve yönlendirmek ister, ancak bunun hangi içsel duyguyla oluştuğunu bilmek, değerlendirebilmek çok önemli bir detaydır.
Gezi Olayları sırasında Merkez Medya yazarlarının bir kısmı kendisini bu kalabalıkların içinde olma ihtiyacı hissetmiştir. Bir kısmı da uzaktan izlemiştir.
Medya’nın kendisi Gezi Olaylarına penguen belgeseli vererek yaklaştığından aslında bu durumu garipsememek gerekiyor.
Yeni dönem medya toplumun içinde kurulacaktır.
Gezi olayları’nı merkez medya ne kadar görmezden gelirse gelsin o hareket kendi medyasını da oluşturmayı başarmıştır. Çünkü artık teknlojik imkanlar buna izin verir hale gelmiştir.
Herkes tek başına bir haber kanalı, portalı, muhabiri, fotoğrafçısı, yazarı olabilecek donanıma sahiptir.
İktidar her neyi saklıyor olursa olsun artık insanların sahip olduğu telefonlar bile başlı başına bir haberleşme aracıdır.
Hiçbir şey gizli kalamayacak kadar kayıt altındadır; hafızalara kazınmaktadır.
Soma’da cenaze evine gelip, mağdurları yerde tekmeleme cesaretini kendisinde bulanlar bugün bununla net bir şekilde yüzleşmişlerdir.
3 Temmuz sürecinde Fenerbahçe yönetimine yönelik yazdığım köşe yazılarında şunu söylemiştim.
“3 Temmuz artık Fenerbahçe taraftarını başka bir seviyeye getirmiştir. Yönetim, kendi başına, 12-13 bin kişilik bir genel kurul ile kararlarını tabanın istek ve beklentilerinden bağımsız bir şekilde alamaz. Bu kalabalıkları yönetim sürecine dahil etmelidir. Kalabalıkların gücünden yararlanmalıdır.”
Fenerbahçe’nin yeni tüzüğü işte bunu sağlamıştır. Üyelik sistemi kitleselleşmiştir.
Aynı şey bugün hem merkez medya için hem de iktidar için de geçerlidir.
Mesele dört yılda bir kurulan sandıklardan çıkan oyun sayısıyla ölçülemeyecek kadar farklı bir seviyeye gelmiştir.
Medya da bu duruma kayıtsız ve duyarsız kalamaz.
Hürriyet Grubu’nun zamanında yönetiminde bulunduğu Milliyet Blog’la başlattığı şey, bugün Hürriyet Sosyal, Radikal Blog vs. araçlarıyla toplumsal tabana yayılıyor.
Ses buluyor.
Bunun fotoğraf, video gibi görsel araçlarla desteklenir hale gelmesi önümüzdeki dönemde çok daha önemli hale gelecektir.
1968’de Avrupa’da yükselen gençlik hareketlerine karşı dönemin iktidarları uzlaşma ve onları sürece dahil etme anlayışı geliştirerek müthiş bir demokratikleşme süreci başlatmışlardı.
Toplumun yönetime bu kadar direkt olarak katılımın sağlanmasıyla iktidarlar daha da güçlenmiş, toplumsal uzlaşma gerçek anlamını bulmuştur.
Türkiye bunun önemini öyle ya da böyle anlayacaktır, yüzleşme başlamıştır.
Tarih geriye döndürülemez.