Suat Arslanboğa’nın hakemlik lisansının iptal edilmesinin geri planında ne olduğu ile ilgili eğer yeterince kafa yorulmazsa özellikle hakemlik kurumunun iç yapısı, çalışması ve güç dengeleriyle ilgili zihnimizde yine eksik bilgiler kalır.
Bu kapalı dünyanın içine girmek mümkün değil; zaten gereklilikte taşımıyor; ancak hakem dediğimiz fenomen futbolun ayrılmaz parçası olduğu ve neredeyse tüm tartışmaların içinde yeraldığından, insan ister istemez bir fikir üretmek zorunda hissediyor.
Ben hakemleri özellikle görevlerini bıraktıktan sonraki davranışlarıyla, konuşmalarıyla, pozisyonu anlatış tarzlarıyla değerlendiriyorum.
Eski bir hakem faal bir hakemi yorumlarken tuhaf, ilginç kelime ve tanımlamalar kullanmaya başlayınca zhininizde ister istemez bir şekil beliriyor.
“Kafası rahat değil!” – Niye?
“Kafası karışık!” – Kimler bu hakemlerin kafasını karıştırıyor?
“İyi niyetli değil!” – Bir hakem neden iyi niyetini kaybeder; yoksa en başından beri kötü mü?
“Bu maçın ağırlığını taşıyamadı!” – Burada ne işi var?
İlginç değil mi?
Sezon başında iki hakemin sözleşmesi yenilenmedi. Geçen seneki performanslarından olduğu tahmin ediliyor. Olabilir, bence de çoktan futboldan uzaklaşmaları gerekiyordu.
Önceki gün de Suat Arslanboğa ile ilgili bir karar alındı. Herkes bir fikir öne sürdü.
Ben başka bir yoldan giderek süreci sorgulamak istiyorum.
Suat Arslanboğa’nın durumunun sezon başında alınmış iki hakem ile yeni sezonda çalışılmayacağı kararının birbirini takip eden süreçler olmadığını düşünüyorum.
Onun durumu son yirmi yıl içindeki hakemlik müessesinin temel hiyerarşisinde çok farklı bir yerde duruyor.
Evet, yeri gelmişken şu geride bıraktığımız yılın da nasıl yaşandığının ayrıca değerlendirilmeye muhtaç olduğunu belirtelim, sonra da konumuza devam edelim.
Bir sezon öncesine gidelim; Fenerbahçe-Beşiktaş Kupa maçına…
Şenol Güneş’in sağlam girdiği soyunma odasından kafasında beş dikiş ve sedye ile çıktığı maçın kopardığı gürültü o günlerde futbol kamuoyunu fazlasıyla meşgul etmişti.
Kaç kişi o gün olayların gerçek boyutunu, sebep sonuçlarıyla tartışmıştı?
Biraz hatırlayalım mı?
Olayların başlamasına neden olan ana etken Tolga Zengin’in oturması gereken yedek kulübesinde değil de ayakta, taraftara yakın bir yerde durmasıydı.
40 senedir maç izleyen biri olarak söyleyebilirim ve herkes bilir ki bazı futbolcular ve teknik direktörlerle rakip taraftarlar arasında daima sözlü diyalog olur.
Mesela Yılmaz Vural ile taraftar arasında geçenler 90 dakikalık eğlenceli bir dizi olabilir.
Ancak, Volkan Demirel milli maçta uğradığı sözlü tacizler ve küfürlere dayanamayıp, sahadan ayrılmak zorunda kaldı. Bu onun aynı zamanda Milli Takım ile ilişkisinin sona erdiği bir andı. Türkiye’de akil adam statüsündeki bir çok yazar yorumcu bile bu konuda Volkan Demirel’i hatalı bulup, özür dilemesi gerektiğini belirttiler.
Bu ülkede standart olmadığının en güzel örneğidir Volkan Demirel. Konu o olunca 100 santigrad derecede kaynaması gereken su 30 derecelerde buharlaşıp uçuveriyor.
Emre Belözoğlu yıllardır Ali Sami Yen’de aynı muameleye uğruyor.
Fatih Terim de bazı stadyumlarda benzer tepkilerle karşılaşıyor.
Bu nedenle ısınması gereken oyuncular (ki onlar da yardımcı hakemin hemen yanında durmak zorundalar) dışında diğerlerinin kulübede oturması gerekir, kurallar da bunu söyler. Ayakta durma ve gerektiği an diyalog kurma yetkisi sadece sınırlanmış alan içindeki teknik direktördedir.
Tolga Zengin kimdir?
Muğlaspor altyapısından yetişmiş bir oyuncu olarak Beşiktaş’ta oynuyor olsa herhalde Fenerbahçe taraftarının kendisiyle derdi olmazdı değil mi?
2010-11 sezonunda Trabzonspor forması giymiş, o sezonu yaşamış, sonrasında elbette Trabzonspor’un kaptanı olarak da süreçte aktif rol almıştır.
Aktif derken hemen her fırsatta, Kadıköy’de soyunma odaları koridorları dahil Fenerbahçe’ye şikeci diye bağırması,[1] konuşması neredeyse alışkanlık halini almıştır.
Tribünlere bu kadar yakın ayakta durduğunda ister istemez sözlü sataşmalar yaşanacaktır. Maluma şaşırmak, başka tepki beklemek aptallıktır, dahası kişileri aptal yerine koymaktır ki bu çok daha art niyetli ve planlı bir davranış şekildir.
Bir başka teamül, saha içindeki hiçbir oyuncunun, teknik adamın, hakemin tribünlerle diyaloğa giremeyeceğini söyler. Tribünlere karşı yapılan aşırı gol sevinci bile sarı kart ile cezalandırılırken; bir oyuncu “kutsalıma küfür ettiler” mazeretiyle tahrik olamaz. (Volkan Demirel örneğini hatırlayalım, yeter.)
Milyonlarca Euro para kazanan futbolcu, eğer bu konuda bir eksiği, sıkıntısı varsa, profesyonel destek almalıdır.
Taraftarın cezasını başka kurumlar veriyor. Spor Büro Amirliği tribünlerde bu bağlamda görev yapıyor. Varsa bir sıkıntı Tolga Zengin onlara söyleyecek; ama daha en başında sanki bile bile onlarla diyaloğa davetiye çıkaracak şekilde ayakta durmayacak.
Peki Tolga Zengin ayakta duruyorsa, tribünlerle ilişki halindeyse buna kim engel olacak ya da uyaracak?
Hakem, yardımcı hakem, dördüncü hakem, gözlemci, değil mi?
Bunlardan biri görevini yapsa nasıl bir sonuç olurdu?
İki seçenek var.
Tolga Zengin’e yerine oturması söylenecek, futbolcu ısrar ederse önce sarı kart peşinden de kırmızı kart gösterilecekti.
Şu soruyu o gün kimse sormadı, hakem olayı gördü mü?
Görmediyse başka biri kendisini uyardı mı?
Uyarıya rağmen hakem ne yaptı ya da hiçbir şey yapmadı mı?
Neden yapmadı?
Kalkavan raporunda şu ifadeleri kullandı: “Karşılaşma çok gergin bir ortamda oynandı. Sahaya sık sık yabancı madde atıldı. Bu nedenle oyunu iki kez durdurmak zorunda kaldım. Maçın 57. dakikasında misafir takımın bulunduğu yedek kulübesi yanında bir kargaşa oldu. Beşiktaşlı bazı futbolcularla ev sahibi takım taraftarları arasında kavga yaşandı. Teknik direktör Şenol Güneş de o bölgedeydi. O sırada Güneş’in yere düştüğünü gördüm. Şenol Güneş sonra yerden kalktı ve yedek kulübesine doğru gitti. Başına buz tedavisi yapıldı. Ben de Şenol Güneş’i izledim.”[2]
Yani, hakem Mete Kalkavan’ın 57. dakikaya kadar, tam 12 dakika Tolga Zengin’in ne yaptığını görmediği ya da olan bitenle ilgilenmediği anlaşılıyor.
Oysa maçla ilgili kayıtlarda Tolga Zengin’in oyunu uzun süre ayakta ve yedek kulübesinin dışında izlediği ve taraftarla da diyalog halinde olduğu açık seçik görülüyor.
Taraftarların çektiği gayri resmi kayıtlarda oyuncuyu zor duruma düşürecek enstantaneler de var.
Çeşitli seviyelerde ve görevlerde bulunan bu kadar çok sorumlu kişi bu durumu nasıl görmez?
Gördü ya da biri kendisine uyarıda bulundu da mı müdahale etmedi?
Neden?
Raporunu, gördüğü ve müdahale etmediği halde mi bu şekilde yazmak zorunda kaldı?
Bütün bu sorgulamaları sadece bizim yapıyor olmamızın imkanı var mı? Federasyon ve yetkili kurullarda hiç kimsenin aklına gelmedi?
Soruların cevapları yukarıda isimleri yazılı ekibin verdiği raporlarda gizli olmalıdır.
Bence bu isimlerin hepsi olayların nasıl başladığını, geliştiğini ve sonuçlandığını gördü.
Mete Kalkavan’ın yazdığı raporu okuduk. Burada Tolga Zengin ile ilgili tek bir ifade görünmüyor.
Peki görünmesi mümkün müdür? Rapora kaleci ile ilgili bir şey yazsa adama sormazlar mı “iyi de gördüğün halde neden müdahale etmedin?” diye.
Evet, yine bir düğüm noktası; çok uzattığım düşünülebilir ancak sorun da bu uzatılan yerde duruyor.
Dördüncü hakem kim?
Suat Arslanboğa…
Asli görevi saha kenarındaki teknik direktör ve kulübe içindeki futbolcuları da izlemek olan dördüncü hakemin Tolga Zengin’i görmemiş olması mümkün mü?
Gördü, görmezlikten mi geldi?
Gördü ve Mete Kalkavan’a bilgi verdi mi?
İkinci şık benim için daha akla yatkın geliyor. Bence olan biteni an be an Mete Kalkavan’a da iletti.
Hakem o gün Tolga Zengin’i kulübeye oturtabilme iradesi gösterebilmiş olsa maç yarım kalmayacaktı. Ama yapmadı, yapamadı.
Neden yapmadı ya da yapamadı sorusuna bugün herkesin bir cevabı olmalıdır.
Bu durum aslında bugün Suat Arslanboğa’nın yaşadığı kadar önemli bir hakemin yeterliliğinin sorgulanması için yeterlidir.
Maçın 57. dakikadan itibaren tekrar oynanması kararında Suat Arslanboğa’nın müdahalelerinin etkisi olduğunu düşünüyorum.
Bence, Suat Arslanboğa bu durumu maç içinde ve sonrasında ilgili yerlere raporladı.
Bu fikrimi, o güne kadar sıradan maçlar yöneten ve çoğunlukla dördüncü hakem olarak görev yapan Suat Arslanboğa’nın sonrasında kritik maçlar yönetmesi hatta Süper Kupa finalinde görev alması daha da kuvvetlendiriyor.
Elbette bu maçın kaldığı yerden devamı konusunda başka iradeler de devreye girmiştir. Bu iradelerin olayı kafalarına göre değerlendirdiklerini sanmıyorum.
Suat Arslanboğa’nın sözlü ya da yazılı raporlarının etki etmesini büyük bir olasılık olarak görüyorum.
Suat Arslanboğa o gün orta hakemin iradesinin üzerine çıkarak bir şeylerin değişmesine sebebiyet verdiği için o hiyerarşi içinde kuralları bozdu ve bir taraftan yıldızı parlarken diğer yandan bana göre hakemlik müessesi içinde istenmeyen bir figür haline de geldi.
Bu bir hakemin başına gelebilecek en kötü durumdur.
Hakemlik müssesinin içinde bizim dışarıdan göremediğimiz bir hiyerarşi olduğunu tahmin etmek çok zor mu?
Bu hiyerarşinin dışına çıkan bir hakem ne yapar?
En fazla güç neredeyse o tarafa doğru terazinin ağırlığını artırır.
Suat Arslanboğa’nın kısa süren hakemlik kariyerinde bence bu durumun büyük etkisi olmuştur.
Maalesef görev aldığı büyüklerin maçlarında başta Galatasaray olmak üzere sırasıyla Beşiktaş ve az da olsa Fenerbahçe’nin lehine olacak kararlar vermiştir.
Galatasaray-Akhisar Süper Kupa Finali ve son yönettiği Beşiktaş-Başakşehir karşılaşmalarında futbolcuların kendisine yönelik fiili hareketlerine tepkisiz kalması hakemlik kurumunun saha içindeki saygısına da zarar vermiş, itibarını zedelemiştir.
Bir hakem hatalı kararlar verebilir ancak sahadaki duruşunu, iktidarını kaybedemez. Futbol tarihimizde yakın dönemde bununla ilgili bir örnek daha yaşanmış, bir futbolcu hakemin yere düşürdüğü kırmızı kartını ona göstermiş ve hakemliğini orada bitirmiştir.
Suat Arslanboğa kısa süre içinde ne kendi camiasına ne de kulüplere yaranamayan bir kişi durumuna gelerek istenmeyen adama dönüşmüştür.
Hiç değilse kendi camiasının içinde tutulan, korunan, kollanan, istenen bir kişi olsaydı kimse onun sözleşmesini iptal edemezdi. Bunun örneklerini sahada yıllardır görüyoruz.
Ama değildi.
Yarım kalan kupa maçının sonrasındaki duruşu her ne kadar doğru olsa da bu onu yalnızlaştırmıştır.
Yalnızlık aslında bağımsız kararlar alabilmek için de bir avantajtır. Ancak Türkiye’de bir çok kişinin yaptığı gibi o da gücün yanında yeralarak bağımsızlığını kendi eliyle yok etmiştir.
Kimbilir belki de kendisinde hakem olacak bir beceri yoktur.
Meselenin Suat Arslanboğa olmadığını aslında biliyoruz.
Yaptığım değerlendirmenin içinde sonuçlardan çıkan bir yorum var ve gerçeği sadece iradeyi elinde tutanlar biliyor.
Yeterince tartışılmadığı için de her şey eksik kalıyor, sorunlar bu eksiklerle daha da büyüyor.
Nereye elinizi atsanız elinde kalacak bir durumla karşı karşıyayız işte.
[1] http://www.hurriyet.com.tr/sporarena/galeri-f-bahceden-sok-suclama-caner-erkin-ve-tolga-zengin-40358839
[2] https://www.fanatik.com.tr/iste-mete-kalkavan-in-derbi-raporu-1366399