“Bastil’e Doğru” mu?


Fransa’da olup bitenleri basit bir vandalizm (Eski kültür ve sanat anıtlarını yakıp yıkan, bunların değerini bilmeyen kimse veya topluluk) değerlendirmesi içine sıkıştırmaya çalışırsak, daha sonra ortaya çıkacak yeni durumları anlama ve kavramada güçlük çekebiliriz.

Batı Uygarlığı ciddi bir sıkıntı içinde. Bir anlamda köşeye sıkışmış diyebiliriz.

Nedir bu?

Bir taraftan göz kamaştırıcı zenginlik ve bunun beraberinde getirdiği tüketim, diğer taraftan da ciddi boyutlara gelen, gelişimden ve tüketimden yeterince yararlanamayan mutsuz insan kitlesi.

Üstelik yarın nasıl bir gün olacağını bilmeden, banliyö diye tabir edilen; bir çeşit getto mahallerinde yaşayan, içlerinde potansiyel suç işleme yönelimi taşıyan, kültür düzeyi düşük, inanç sistemi akıldışılık içeren tutucu / hurafe unsurlarla donanmış, etnik motiflerin bolca rastlanıldığı, toplumun mevcut süregiden düzenini bozmaya hazır bekleyen ve aslında ona düşman, çoğunlukla yarı işsiz ve sosyal güvenlik güvencelerinden yararlanamayan bir kitle bu.

Buna karşılık Avrupa içinde çok uzun zamandır içten içe gelişen bir yabancı düşmanlığı da yukarıda anlatmaya çalıştığımız grup ya da kimliklere karşı artık çok daha sesli olarak kendisini ortaya koyuyor. Milliyetçilik söylemi kendisini iktidara taşıyacak yollar arıyor.

Son iki yüz yıla damgasını vuran devrimlere ilham kaynağı olmuş Fransa bu anlamda liderliğini kimselere bırakmıyor. Dünya Savaşları sonrasında Avrupa’da aşırı sağ söylemi ilk defa, bu ülkede ve Le Pen ile duymuştuk. Üstelik 90’lı yılların başında. Bugün içişleri bakanlığı görevini yapan ve şiddet olaylarının belki de artması ve bitmemesine neden olan Sarkozy de 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanırken, yabancılara karşı söylem geliştirmekten, hatta Türkiye’nin AB’ne girişine karşı durmaktan geri kalmıyor. İşin tuhafı Fransız milliyetçi söylemini dile getiren; olaylara karışanlar için “gençler” yerine “haydutlar, “gençlerin ağabeyleri” yerine de “mahalle kabadayıları” nitelemesinde bulunmaya devam  (10 Kasım 2005, Milliyet) eden bu şahsın kökeninin Macar oluşu.

Avrupa medeniyetinin sıkıştığı nokta buralarda bir yerde. Kosta Rika ile maç yapan Fransız milli takımının üç golüne imza atan ve ismi tüm dünya tarafından bilinen futbolcuların tamamı siyahi ve Afrika kökenli. Üstelik aralarından bir kaç tanesi de diyor ki,

Lilian Thuram: Ben bu varoşlarda büyüdüm ve bu gençlere kendimi çok yakın hissediyorum. Durum beni hasta ediyor. Hiç kimse doğru soruları sormuyor. Hiç kimse gerçek problemlere bakmıyor. Asıl problem, bu gençlerin güvencesiz olması. Kimse bu gençlere nasıl iş verileceğini söylemiyor. Kamuoyu bu gençlerin serserilerden başka birşey olmadıklarına inandırılmaya çalışılıyor. Belki de Sarkozy ağzından çıkan sözlerin ağırlığını bilmiyor.


Florent Malouda: Varoşlarda yaşayan insanlar çaresiz. Durumun bu noktaya geleceği belliydi.
 

Eric Abidal: Kopma noktasına ulaştık. Bu durum yeni bir durum ve çözüm bulunması gerekiyor. Ben de La Duchere mahallesindenim. Oradaki süpermarket bizim çocukları işe almıyordu. İnsanlar bu gibi olaylarla karşılaşmaktan bıktılar.

(10 Kasım 2005, Hürriyet)

Liberal ekonomi savunucuları için aslında bulunmaz bir örnek Fransız Ulusal takımı. “Bakın, işte fırsatlar düzeni bu, çalışan yükselip, bulunduğu yerden kurtulabilir.” Pekala mümkün. Fakat işin özünde dikkat çekici husus, orada yaşamış ve bugün ülkenin gözbebeği olmuş yıldızların, geldikleri yerleri unutmamaları ve bu isyana bir anlamda omuz vermeleri.

Uçurum öylesi boyutlarda, ayrımlar o kadar derin ve keskin ki, toplumun her katmanından insanı bir şekilde etkiliyor.

İnsanlığa, gelişimi, uygarlığı, refahı, mutluluğu ve sonsuz tüketimi gösterip, diğer taraftan da “…ama siz bizden değilsiniz!” demek, o uygarlığın temel taşı olan demokrasi kavramıyla çelişmektedir.

İnsanoğlu bugün batı medeniyetinin çizdiği normlar içinde yaşamaya çoktan hazır. Türkiye’nin AB yolunda kendisinden beklenmeyecek bir performans göstererek, “bunlar yapamazlar nasıl olsa” diyen zihniyeti çaresiz duruma düşüren içsel enerji de budur.

Bir taraftan, refahınızı ortaya çıkaracak tüm araçların yaratımı ve kullanımı için ucuz işgücü arayışı ile bu insanları kendinize çekeceksiniz, diğer taraftan da onları “barbarlar” diye nitendireceksiniz.

Bugün tarifini yaptığımız uygarlığın biriktirdiği zenginlikler, dünyanın daha yaşanabilir bir yer olması için yeter de kat kat artar bile. Fransa karşılaştığı bu durumdan kurtulabilmek için şimdiden çeşitli fonlar yaratmaya başladı bile.

Gelişimin zorlayıcı gücünden kaçılamayacağının tonla örneği ile doludur tarih kitapları. Diyalektik, karşıtların birliğini ve birbirini geliştirmesini çoktan ispat etmiştir bile: Toplumsal pramit bütün geometrisi ile gelişir; ve büyür.

Bu nedenle sokağa çıkmış insanın sesini dinlemek, ne istediğine kulak vermek, duyarlılık göstermek, toplumsal bir görevdir. Bugün Fransa’da olup bitenler, yarın Türkiye’nin kapısını çalabilir. İnsanın temel derdinin daha iyi yaşam (buradaki talep; sonsuz bir tüketimin içinde olmak değil, insani tanımın içinde, ona yaraşır bir şekilde yaşamak ve kalmak) sürmek olduğunu asla göz ardı edemeyiz.

Batı Medeniyeti, yarattığı zenginliği ve uygarlığı paylaşmak; kendisinden olmadığını düşündüğü kimlikleri, kendisine eklemek, onlarla bütünleşmek zorundadır. Problemler yumağı kapıya dayanmıştır. Güvenlik sorunu Avrupa’nın içine girmiştir. Uzlaşma ve diyalog kurmanın öncülüğü yapmış bir kültürün, sokakta olup bitenleri serseriler topluluğunun aykırılıkları gibi görmek, ne olduğunun farkına varılmadığı anlamına gelir. Bu kişilerin yakalanıp, sınırdışı edilmesiyle çözüm bulamazsınız.

Çünkü onların “içeri” girmesine ve orada yaşamasına engel olamıyorsunuz. 

Ceza verme yaklaşımı da, toplumsal uzlaşmanın en üst düzeyde olduğu yerde vardır. Ceza anlaşılır ve kabul edilebilir olduğu zaman bir değer taşır. Ceza, öğretme’nin en radikal biçimidir. Cezayı yaşayan sonunda ondan bir şey öğrenmelidir. “Yasa koyarım, olur biter,” derseniz, gün gelir sizin en ünlü, gözde yeriniz Bastil olur ve mutlak suretle de yıkılır ve yıkıntılarının arasından uzlaşmanın bir yapısı ortaya çıkar. Yanlış hatırlamıyorsam, Fransız Devrimi sırasında yıkılan Bastil’in taşlarından, toplumsal konsensusun merkezi yeni meclis binası yapılmıştı.

Bu yazı İndigo Dergisi’nin Kasım 2005 Sayısında Yayınlanmıştır.

http://arsiv.indigodergisi.com/arsiv/fransa_uzay_02.htm

2 Replies to ““Bastil’e Doğru” mu?”

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: