Neden Fransa?
Ekim 2005 sonbaharında Fransa’nın gettolarında bir ayaklanma patlamıştı. Sebebi iki Afrika kökenli gencin polis kontrolünden kaçarken, birinin ölmesi diğerinin de ağır yaralanmasıydı. Peşi sıra gettolarda yaşayan, aslen Afrikalı ancak Fransız vatandaşı olan gençler etrafı yakıp yıkmaya başladı.
O tarihte “Bastil’e Doğru mu?” Diye bir başlık attığım yazıda olayların nedenini derinlemesine incelemiş ve bunun ileride daha büyük sorunlara sebebiyet verebileceğine işaret etmiştim.
“Bugün içişleri bakanlığı görevini yapan ve şiddet olaylarının belki de artması ve bitmemesine neden olan Sarkozy de 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimine hazırlanırken, yabancılara karşı söylem geliştirmekten, hatta Türkiye’nin AB’ne girişine karşı durmaktan geri kalmıyor. İşin tuhafı Fransız milliyetçi söylemini dile getiren; olaylara karışanlar için “gençler” yerine “haydutlar, “gençlerin ağabeyleri” yerine de “mahalle kabadayıları” nitelemesinde bulunmaya devam (10 Kasım 2005, Milliyet) eden bu şahsın kökeninin Macar oluşu.”
Aynı yazıda Fransa milli takımında görev yapan ve o gettolardan gelen birkaç futbolcunun görüşlerini de paylaşmıştım.
Lilian Thuram: Ben bu varoşlarda büyüdüm ve bu gençlere kendimi çok yakın hissediyorum. Durum beni hasta ediyor. Hiç kimse doğru soruları sormuyor. Hiç kimse gerçek problemlere bakmıyor. Asıl problem, bu gençlerin güvencesiz olması. Kimse bu gençlere nasıl iş verileceğini söylemiyor. Kamuoyu bu gençlerin serserilerden başka bir şey olmadıklarına inandırılmaya çalışılıyor. Belki de Sarkozy ağzından çıkan sözlerin ağırlığını bilmiyor.
Florent Malouda: Varoşlarda yaşayan insanlar çaresiz. Durumun bu noktaya geleceği belliydi.
Eric Abidal: Kopma noktasına ulaştık. Bu durum yeni bir durum ve çözüm bulunması gerekiyor. Ben de La Duchere mahallesindenim. Oradaki süpermarket bizim çocukları işe almıyordu. İnsanlar bu gibi olaylarla karşılaşmaktan bıktılar.
(10 Kasım 2005, Hürriyet)
Avrupa yıllardır yaklaşan tehlikenin ve tehdidinin farkında olmasına rağmen umursamaksızın hareket etti.
Fransa Cumhurbaşkanı Paris’teki son olaylardan sonra hemen “savaş ilan etti.”
Oysa aynı Fransa dünyanın çeşitli olayları karşısında hep bilindik Fransız tavrıyla etrafa demokrasi dersi vermeyi kendisine görev edinmişti.
AB, özellikle Schengen uygulamasıyla insanlara sınır kapısında beklemeye alırken diğer yanda ülkesinde yaşayan azınlıklara karşı ayrımcı, aşağılayıcı, küçük düşürücü yaklaşımlar sergilemekten kendisini alamıyordu. İşin daha tuhaf ve garip yanı bugün o tavır daha da ağırlaşacak veya küstah hale gelecektir.
Batı medeniyetinin geldiği göz kamaştırıcı seviyenin niteliğini ve niceliğini kimse tartışmıyor.
Bu insan aklının gelebileceği en üst noktadır ve her geçen gün içinde yaşayanlara daha geniş, sınırsız refah ortamı sunuyor.
Elbette bu medeniyet yoktan var olmadı.
Avrupa, 1492’de Kolomb batıya doğru okyanusa yelken açıldığında yokluğun ve tükenişin sonuna gelinmişti. Eğer uzak kıtalar keşfedilmemiş olsa belki de Osmanlı Avrupa’nın biraz daha içlerine doğru ilerleyecek kim bilir belki de tarihin tüm seyri de değişmiş olacaktı.
Ancak tarih bizim bildiğimiz gibi yaşandı.
Avrupalının sömürgeleştirdiği tüm kıtalarda neler yaptığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kıta’ya akan bu zenginlik modern çağın motorunu ateşledi. Kapitalizme güç verdi.
Sömürü hiç bitmedi; sadece şekil değiştirdi.
Dünya tarihi yüz yıllar sonra yine kölecilikle tanıştı. Siyah-beyaz ayrımı 1990’lı yılların sonuna kadar modern dünyanın en büyük sorunlarından biriydi.
Hala Avrupa’nın çeşitli futbol kulüplerinde siyahi renkli futbolcu forma giyemiyor.
UEFA’nın en birinci sloganlarından biri ırkçılığa karşıdır. 2015 yılında stadyumlarda neden hala ırkçılığa karşı mesajlar en önde veriliyor?
Fransa’da ırkçı Le Pen partisi neyi savunuyor ve ne kadarlık bir temsil yeteneği var?
Aslında sorun sandığımızdan da derinlerdedir ve batının tutumu çözüm bulmak bir yana çok daha karmaşık hale gelmesine neden olmaktadır.
Bugünkü Suriye’nin Irak’ın 1918’deki işgalcileri kimlerdi? Buraları Osmanlı’nın toprağıyken hangi güçler gelip buraları daha iyi yöneteceğini iddia ederek gelip yerleşmişti?
Irak’ta Saddam’ı, Libya’da Kaddafi’yi devirenler, Suriye’de Esad’a karşı birleşenler geride nasıl bir ortam oluşacağını umuyorlardı?
Batı medeniyeti 19 ve 20. Yüzyıllarda kendi coğrafyasında yaşanan büyük savaşlardan sonra silahın nasıl bütün kötülüklere sebebiyet veren şeye dönüştüğünün dersini almamışlar mıydı?
Emile Zola’nın Germinal isimli romanında anlatılanlar işçi sınıfının yaşadığı büyük felaketi gözler önüne sermemiş miydi? (**)
1968 Olaylarından sonra ne şekilde düzen kurulmuş?
Batı kendi içinde sürekli birlik ve beraberlik etrafında organize olurken kendi dışındaki medeniyetlerin neden parçalanması için çeşitli örgüt ve oluşumlara destek vermekten geri durmamıştır?
Suriye’nin bugünkü parçalanmış durumunun sebebi ve mümessilleri kimlerdir?
Ertuğrul Özkök bugünkü şu tespitte bulunuyor.
Cihatçı gençlerin yüzde 30-40’ını sonradan İslam’ı seçen gençlerden oluşuyor. Prof. Benslema’ya göre bu kişiler aslında İslam’ı seçmeden önce cihat eyleminin araçlarını çoktan içselleştirmiş kişiler. Yani mesele inanç değil, İslam’ın cihatçı hareketinin onlara sunmuş olduğu olanaklar.
Bu da bizim 10 sene önce tespit ettiğiniz gerçeğin nasıl dönüşüme uğramış olduğunu gösteriyor.
Ali Koç suçluyu tespit etmiş;
“G20 zirvesi öncesinde dün Antalya’da iş dünyasının zirvesi B20 ve çalışma hayatına yönelik L20’de konuşan, B20 İstihdam Görev Gücü Koordinatör Başkanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Ali Koç, “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” demişti.”(***)
Cumhurbaşkanı Erdoğan işadamlarına sesleniyor.
“Biraz az kazanın fakirle paylaşın.”
20. yüzyılın hemen başında işçi sınıfı öfkesiyle burjuvazinin karsına dikilip dünyada bir sosyalizm hareketi başlatmıştı. Kapitalizm bununla uzun yıllar taviz vermeden savaşmayı tercih etmişti. Ancak baktı pabuç pahalı ve sistem kökünden sarsılıyor, orta sınıfın ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde zenginliğini paylaşmaya razı oldu.
Bugün sınıf savaşı başka bir hal almış durumda.
Ve deniz bitiyor. Bu aç, sefil ve gerçekten zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri kalmamış, dahası gururları kırılmış, incinmiş; modern dünyaya nefret besleyen bu insanların hayatta kalma mücadelesine duyarsız kalamazsınız.
Türkiye’de de yoksulluk sınırının hızla 4.000 TL’ye dayandığı bir ortamda asgari ücretin 1.300 TL olmasını tartışıyor olmak dünyanın içinde bulunduğu bu durumu hiç anlamadığımız demek oluyor.
(*)https://uzaygokerman.org/2012/11/10/bastile-dogru-mu/
(**)http://blog.radikal.com.tr/kultur-ve-sanat/gelecek-icin-hala-bir-germinal-var-mi-82503