Tarihsel anlamda kapitalizmin dünyadaki erki 1789 Fransız Devrimi’yle başlıyor. Bu referansla 225 yıldan beri dünyadaki egemen ekonomik yapı, sistem, üretim ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Kuşkusuz kapitalist üretim ilişkileri bir gecede kurulmadı.
Ortaçağ’ın kapanıp, Yeniçağ’ın başladığı İstanbul’un fethi olan 1453’de önemli tarihi referanslardan biridir.
1453 ile 1789 yılları arasında tam 336 yıl boyunca feodalite yavaş yavaş yerini kapitalizme bıraktı.
Yeni üretim araçları, üretim ilişkilerinin de belirleyicisi oldu.
Kapitalizm, feodalizmin içinde gelişerek büyüdü; güçlendi ve rasyonel bir gerçekliğe dönüştükten sonra da tarih sahnesinin belirleyici aktörü olarak rolünü devraldı.
Demek ki 561 yıllık bir kapitalist üretim ilişkilerinden söz edebiliriz.
Kapitalizmi de tek bir yapı ve biçim olarak görmemek, tarihsel gelişimin içinde kendisini mevcut duruma göre sürekli geliştiren, değiştiren dinamik bir organizma olarak tanımlamak gerekiyor.
Kapitalizm ilk önemli tehditi 1917 Ekim Devrimiyle yaşadı.
Reel sosyalizm deneyimi kapitalizmin zaferiyle sonuçlanmış olsa da buradaki temel gerçeğin sosyalizmi yenmek pahasına kapitalizmin insanlara verdiği tavizler olduğunu söylememiz gerekiyor.
Avrupa’yı ve dünyayı kasıp kavuran 1968 Gençlik Hareketi de çok önemli bir uyarıydı.
Kapitalizm bu hareketin enerjisini de kendi dinamizminin içine katarak 50 yıl daha kazandı.
Ancak kapitalizm giderek daha fazla sorgulanmaya, alternatif bir düzen arayışı daha güçlü bir şekilde dile getirilmeye devam ediyor.
Üstelik artık kapitalizmin kendisini daha başarılı göstereceği bir diyalektiği, çelişkisi, rakibi de yok.
Eskiden reel sosyalizmin soğuk, sevimsiz, baskıcı, totaliter varlığının görüntüsünün karşısında kapitalizm özgürlük, demokrasi abidesi olarak alternatif güçlü, göz alıcı, renkli bir yaşam seçeneğiydi.
Oysa bugün kapitalizm tek başına insanlara özgürlüğü bedavaya vermediği bunun bedelini talep ettiğini göstermiş durumda.
Amerika’da yaşanan 2008 ekonomik kriziyle insanlar işlerini kaybetmekle kalmadılar, işleriyle sahip oldukları zenginlik, refah ve bu şekilde satın aldıkları özgürlüklerini de yitirdiler.
Çünkü refah denilen şey her ay kazandıkları maaşlarının 7-10 katına kadar bankadan aldıkları krediden, borçla gelen saadetten başka bir şey değildir.
Çünkü sistem sürekli tüketmek üzere yeni şeyler sunmakta, insanlar da bunlara bir an önce sahip olmak için borçlanmaktadır.
Ekonomik krizde ilk gözden çıkarılanlar çalışanlardır.
Ne adına?
Şirketlerin kârlılıklarının devamı, sürekliliği pahasına…
Hiç durmaksızın devam eden sermaye birikimi artık rasyonelliğini kaybeden bir zenginleşmeye dönüşmüştür.
Bill Gates’in bankada duran 50 milyar dolarının kime ne faydası vardır?
Kimin adına bu para birikmiştir? Bir kişi neden bu kadar zengin olsun?
Diyelim ki sistem buna izin veriyor; peki bunca fakirlik, yoksulluk varken karşısında böylesine gösterişli zenginliğe neden ihtiyaç duyulmaktadır?
Soma Faciası, madeni işleten şirketin durumu da daha az anlaşılmaz değildir.
Yerin iki kilometre altında çalıştırdığı işçilere bir öğle yemeğini, içme suyunu çok gören bir işletme, onlardan biriktirdikleriyle İstanbul’un en gösterişli yerinde ülkenin sayılı yüksekliğine sahip bir binayı nasıl dikebilmektedir?
Türkiye Kömür İşletmelerinin verimsizliğinin yanında özel sermayenin başarısı nerede gizlidir?
Durmaksızın çalışmaya mahkum edilen insanların üzerinden yaratılan zenginliğin, sermaye birikiminin anlamı nedir?
Bir tarafta çok kısa sürelerde artan bir zenginlik varken insanlar neden açlık sınırının altında bir asgari ücrete mahkum yaşamaktadırlar?
Üstelik iş garantisinin olmadığı bir sistemdir söz konusu olan şey.
Çalıştırdığı işçisinin hayatı boyunca sahip olamayacağı binalar yapan bir şirketin üretim ilişkilerinin olduğu sistemin rasyonelliği sorgulamadan daha ne kadar devam eder ki?
Önümüzdeki dönemde çalışanlar, ezilenler, kendilerini yoksul ve fakir görüp, hissedenler bütün bunların sorgulamasını daha güçlü bir şekilde yapacaktır.
Kapitalizmin bunu aşma becerisi olup olmayacağını, daha ne kadar taviz vereceğini, alternatif bir yaşam var mı sorgulamasını zorunlu kılıp kılmayacağını yaşayarak göreceğiz.
Her ne kadar bugünkü iktidar Türkiye’de aldığı oy oranı ile kendisini güçlü görüyor olsa da önümüzdeki dönemde onu tehdit edecek en güçlü muhalif düşünce ve söylem bu olacaktır ve muhtemelen CeHaPe muhalefetini çok arayacaktır.