Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı yayınevine gönderdiğinde kitabın basılması için bazı kısımlarının çıkarılması talebiyle karşılaşmıştır. Editöre göre “bu bölümler hem çok uzundur hem okuyucu için gereksizdir.”
Yazar o gün kitabı için direnmiş ve bugün okumaktan çok büyük keyif aldığımız haliyle kalmasını sağlamıştır.
Tutunamayanlar hala bir kısım eleştirmenler için hem okunması, hem anlaşılması hem de kabul edilmesi çok zor bir eserdir.
Sabit Fikir isimli internet sitesinde Temmuz 2011’de Tuğrul Şavkar’ın Oğuz Atay üzerine yorumu dikkat çekicidir.
“Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların ‘tutunmak’ konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay’ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar’ı) sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum.”
Meraklısı için bu konuyla ilgili yazdığım yazının linkini aşağıda paylaşıyorum. (*)
Ancak geniş okuyucu kitlesi Tutunamayanlar için hayatı ve kitaplığında çok özel bir yer hazırlamıştır.
Zaten sorunun çözümü de buradadır. Okuyucu eseri kabul etmiştir. Kitap öncelikle editör, yayıncı ve sonra da eleştirmen kliğini aşmayı başarmıştır.
Bu şekilde sınavdan geçmeyi bekleyen kaç eser var?
Birçok yazarın yaşadığı zorlukların bir benzeri; 2000 yılından bu yana kitap yayınlatmak için büyük uğraş ve çaba veriyorum.
İşini gören kurt misali yazdığım eserleri kendi yaratmaya çalıştığım kaynaklarla bastırıyor ve dağıtımını sağlıyorum. Kuşkusuz bu fazlasıyla zahmetli bir süreç ve çoğunlukla da hedef okuyucuya ulaşması da mümkün olmuyor.
Ancak 2009’dan bu yana önüme koymuş olduğum hedefin 2/3’ünü gerçekleştirerek iki kitabımı okuyucuya sunmuş olmaktan da mutlu olduğumu eklemeliyim.
Mart ayında her şeyi göze alarak bir yayınevinin kapısını çaldım. Yayınevinin sahibi ve editörünün kuşku dolu bakışları arasında, iki kitabı yayınlanmış bir yazar olmama rağmen kendimi ve kitabımı anlatmaya çalıştım.
Genel anlamda şu soruların etrafında dolaşan bir sohbet oldu.
“İnsanlar sizin kitabınızı neden okusun?”
Bu soruyu soran kişi de bir yazardı ve aşk romanları yazıyordu. Ancak tek bir farkla o editör olmanın bütün avantajlarını kullanarak kitabını böylesi bir süreçten geçirmek zorunda kalmadan yayınlatabiliyordu.
Türkiye‘nin temel gerçeklerinden bir tanesi okumamaktır; diğeri de yazar üretememek, genç yazara güvenmemektir.
Yazarın ne yazmış olduğundan çok kim olduğu, ne kadar satacağı, kaç baskı yapacağı önemlidir.
Kimin kitabının basılacağına karar veren çok küçük bir zümre var ülkemizde ve bunlar aynı zamanda kimin yazar olacağını da belirliyorlar.
Bu kişilerin değerlendirme ölçütlerinin geniş okuyucu kitleleriyle bambaşka oluşu da bir başka çelişkiyi barındırıyor.
Bıraksanız bugün popüler olmuş birçok yazarın kitabını basmayacak bu elit kitle, öyle ya da böyle adı okuyucu tarafından kabul edilmiş ve çok okunan haline gelmiş yazarların kitaplarını basmak için büyük de yarış ve uğraş veriyor.
Radikal Kitap ekinin bugünkü sayısında Semih Gümüş, Nedim Gürsel’in Yüzbaşı’nın Oğlu ve Enver Aysever’in Bu Roman O Kız Okusun Diye Yazıldı isimli kitaplarını eleştiri süzgecine almış ve anlatıcı yanlış kullanılırsa diye başlamış kurgunun teknik yönlerini kurcalamaya.
“Anlatım biçimine göre yazarın da kendi konumunu belirleyebileceği zamanlar uzak geçmişte kalmıştır. Yazar ?bazı postmodern teknikleri kullanarak kendi istediği gibi düzenlediği anlatım biçimleri dışında? kurmaca dünyaların hiçbir biçimde içinde değildir. Okura akıl verilecek ya da yol gösterilecek zamanlarda da yaşamıyoruz. 19. yüzyıldan daha geriye giderek, yazarın, yazdığı romanın içinde kendini gösterdiği örnekleri, ama böyle de yazılıyormuş, diye öne süren yazarlarla aramıza bir perde çekelim önce. Sonra da bugün nasıl yazılması gerektiğini tartışalım. Bugün, hangi gerekçeyle olursa olsun, tanrısal anlatıcının uçan halısına binemezsiniz. O tanrı öldü, öyle bir anlatım tekniği kullanmak, yazmamakla eşdeğerdedir. Bu konuyu örneklemek için iki romanı alalım.” (**)
Bu paragrafı anlamak için beş defa okudum. Yazının bütününü de öyle.
Gerçek şu ki aslında böylesi eleştirel bir bakış sergilemenin de çok uzağı bir çağda yaşıyoruz.
Temel estetik ölçülerinin sürekli değişime uğradığı günümüzde okullarda edebiyat dersinde öğretildiği gibi hece vezni veya aruz ölçüsüne uyduracağımız bir kalıp oluşturmak mümkün müdür?
İşte bu eleştirel bakış ülkemizde sırada bekleyen birçok yazarın yüzüne kapıları burunlarını kırarcasına çarpıyor.
Enver Aysever bu romanı 20 sene önce yazmış, bugün ortamı bulduğu ve tanınırlığı uygun olduğu için yayınlatmayı başarıyor olabilir. Muhtemeldir ki 20 sene önce belki de bu roman bütün yayıncılık sektörüne egemen olan bu anlayıştaki kişiler nedeniyle reddedilecekti.
Bu anlayışın kendisi yüzünden ülkemiz ne yazar, ne şair ne de doğru dürüst eleştirmen yetişmiyor, çok sınırlı bir çerçevede kalıyor.
Bizim gibi yazarlar da suyun yolunu araması ve bulması misali vahşi doğada tek başına mücadele veriyoruz.
(**) http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/anlatici-yanlis-kulanilirsa-407306